30 Mayıs 2009

Kadın var Kadıncık var…

Dün arkadaşımı çağırdım beraber çikolatalı kurabiye yapmak için.

O gelmeden önce de mantarlı milföy börek hazırladım fırına koydum, arkadaşım o esnada geldi, ben bulaşıkları yıkarken o da çikolatalı kurabiyesini hazırlamaya koyuldu.

Mantarlı milföy böreğim, tarifte belirtildiği üzere 180 derece fırında 20 dakika durmasına rağmen biraz fazla pişmişti. (bakınız aşağıdaki fotoğraf)

Şekil 1a

Neyse sevgili arkadaşım da bu arada kurabiyeleri fırın tepsisine yerleştirmeyi bitirmişti ve biz, fırının biraz soğumasını bekledikten sonra onları da fırına sürdük.

Kurabiyeler fırında pişerken ben de bloğumda yayınladığım 6. his videosunu arkadaşıma gösteriyordum. Arada da kurabiyelerin pişip pişmediğini de kontrol ediyorduk.

Bir süre sonra mutfaktan yanık kokusu gelince, mutfağa gittik, fırından resmen duman çıkıyordu, ben pişirme kağıdının yandığını düşündüm saf saf.

Fırından hemen tepsiyi çıkardım ama görüntü inanılmazdı, bir tepsi dolusu kurabiye kömür olmuştu.

Verilen onca emekten sonra kurabiyelerin yandığını görmek çok üzücüydü ama yapılacak bir şey yoktu.

2. kömür tadında yemek maceramı bugün yaşadım. Konserve patates, bezelye ve havuç garnitürü almıştım marketten, içine biraz da mantar ekleyerek akşam yemeğimi ocağa koydum.

Bu arada, internette blog tasarımlarına baktım, kız kardeşimle telefonda konuştum.

Ocakta yemek olduğu tamamen aklımdan çıkmış.

Neden sonra mutfağa gitmek için odamdan çıktığımda mutfaktan gelen dumanın tüm koridoru kaplamış olduğu gördüm.

Suyunu çeken yemek, kömürleşinceye kadar pişmişti, tencere  ve ocak da tanınmaz haldeydi.

Rahmetli anneannemin sesi kulaklarımda çınladı:" “Kadın var KADINCIK var.”

28 Mayıs 2009

6. His

minority-report

Tom Cruise’un baş rol oynadığı “Minority Report” filmini seyredenler hatırlayacaklardır filmde kullanılan havalı teknolojik aletleri.Filmde, yakışıklı aktörümüz, ekrana dokunmadan, sadece ellerini kullanarak, ekranda yer alan sayfalar arasında geziniyor, fotoğraflara bakıyordu, video görüntülerini ileri geri sarıyordu…

sixthsense

TED Media Lab. tarafından geliştirilmekte olan 6. his teknolojisi bence filmdekinden bile havalı. Uçsuz bucaksız imkanlar sunuyor bilgiye ulaşma anlamında.

Ancak, teknoloji her iki yanı keskin bıçak.

Hayatımızı her anlamda kolaylaştıran cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla kimseye aldırmadan bağıra çağıra cep telefonuyla konuşan ve/veya son model pahalı cep telefonlarıyla etrafa caka satan insanlarla muhatap olduğumuz yetmiyormuş gibi “6. His teknolojisinin” elimize geçmesiyle sabrımızın sınırlarını zorlayacak yeni insan tiplemeleriyle mücadele içine gireceğiz.

Düşünsenize markette,elinde tuttuğu bezelye konservesinin üzerine yansıyan projeksiyonu, tuhaf parmak hareketleriyle yönlendiren ve bir yandan da yeteri kadar organik bezelye bulamadığı için küfreden insanlarla alışveriş yapmak zorunda kaldığınızı.

Ayrıca birbirimizi, kullandığımız markalar, takıldığımız “cool” mekanlar, dini inançlarımız, politik görüşlerimiz, dış görünüşümüzle v.s. yeterince yargılamıyormuşuz gibi,bu işi bizim için çok daha hızlı ve SIĞ şekilde yapacak bir teknolojimiz olacak.

6. His Projektörünün, tişörtümüze yansıttığı yafta bulutunun altında ezilirken “Ama ,ama, ben sadece bundan ibaret değilim” şeklindeki çığlığımızı kimse duymayacak .

MIT Media laboratuvarından Pattie Maes’in sunumuyla tanıtılan “6. His teknolojisi” videosunu seyredin ve bizi nasıl bir geleceğin beklediğini gözlerinizle görün.


6th sense-TED
Yükleyen morcennet - Discover more science and tech videos.

Bağlantılar:

27 Mayıs 2009

Twitter’da video paylaşmanın 5 yolu

Daha önceki yazımda Twitter’da nasıl fotoğraf paylaşacağınızız anlatmıştım şimdi de siteye video göndermek için kullanabileceğimiz beş farklı servisten bahsedeceğim

twidio

Twitvid, video göndermede Twitpic sitesinin fotoğraf paylaşımında sağladığı başarıyı yakalamış bir site. Bilgisayarınızda yer alan ve hatta web kameranızdan elde ettiğiniz görüntüleri Twitter’a göndermenizi sağlıyor.

Kullanımı oldukça basit : Twitter kullanıcı adınızla siteye giriş yapıyorsunuz, bilgisayarınızda yüklü ( en fazla 1 GB veya 20 dakikalık) dosyanızı seçiyorsunuz, 117 veya daha az karakter kullanarak istediklerinizi yazıyorsunuz ve “tweet” düğmesine tıklıyorsunuz. Yapmanız gereken bu kadar.

Twitvid, Twitter’da yer alan belirli bir videoya yapılan tüm “tweet”leri gösteriyor. Ayrıca, bir videoya “retweet” yapabilir, videoyu paylaşabilirsiniz.

Twiddeo, kötü bir tasarıma sahip, ama Twitter’da video paylaşımı için iyi bir seçenek. “Log in” diyerek, Twitter hesabınızla sitede oturum açıp  bilgisayarınızdan video yükleyebilir “webcam” linkini tıklayarak web kameranız ile çektiğiniz görüntüleri paylaşabilirsiniz.

Diğer kullanıcıların gönderdiği tüm videolara yorum yazabilir, herhangi bir sayfaya gömebilirsiniz.(embed)

Firefox kullanıyor ve Greasemonkey eklentiniz varsa, Greasemonkey scripti ile, Twitter ana sayfanızda Twiddeo videolarını seyredebilirsiniz.

Twitter’da, fotoğraf, video ve dosya paylaşımını bünyesinde toplayan bir site Twitc. Sadece bilgisayarınızdan video yüklemek yerine, URL’lerden video transfer etmenize de imkan sağlıyor.

Herhangi bir içeriği yüklemeden önce Twitc sizden bir albüm oluşturmanızı istiyor. Böylece karışıklıktan kurtarıyor sizi.

Üstelik, video veya dosya yollamadan Twitter’da durumunuzu güncellemenizi, arama yapmanızı, yorum yazmanızı v.s. de sağlıyor.

Twitlens’ de hem video hem de fotoğraf yükleme imkanı veren çok amaçlı bir site. Aynı anda birden fazla yükleme, 50 MB a kadar video yükleme, yorum yazma ve hatta anonim yükleme yapmaya izin veriyor.

Üstelik, Twitter OAuth desteğiyle güvenli oturum açma imkanı sağlıyor. Ayrıca, fotoğraflarda ve videolarda kişileri etiketlendirmek çok kolay. Etiketlendirdiğiniz kişilere sizden bir mesaj gönderildiği için akıllıca kullanılmalı:)

Youtube’daki videoları paylaşmak amacıyla kurulan site, daha sonra MAC OSX için web kameradan video oluşturmak ve Twitter’da paylaşmak için bir masaüstü uygulaması da oluşturdu.

Tweetube, şu anda  internetten veya e-posta ile çoklu  fotoğraf yüklemelerini destekliyor.

En son güncellemelere rağmen, Twitter’da video paylaşmanın tek yolu Youtube URL ve  25 saniyelik web kamera kayıtları.

25 Mayıs 2009

Twitter’da Fotoğraf paylaşmak

Ne yazık ki 140 karakterlik gönderilerinizde Twitter’ın fotoğraf yüklemek için bir eklentisi yok bu yüzden gönderilerimize biraz renk katmak için yardım almamız gerekiyor. Bu işte bize yardımcı olabilecek bir sürü servis var ama bunlardan en iyi altısını sıraladım.

yfrog

  • Yfrog. Imageshack tasarımcılarının ürünü olan bu site oldukça basit, sade bir tasarıma sahip. Üstelik Türkçe.
  • Twitpic . Twitpic, Twitter’da en büyük ve en popüler fotoğraf paylaşım servisi. Eğer Twitter hesabınız varsa Twitpic hesabınızda var demektir. Yapmanız gereken tek şey Twitter kullanıcı adınız ve şifrenizle Twitpic sitesinde oturum açmanız.
  • TweetPhoto. Twitpic ile rekabet halinde olan bu servis, Twitpic ’den farklı olarak size istatiksel veriler, favoriye ekleme, Facebook’da paylaşma ve etiketlendirme imkanı sunuyor. Twitter hesabınızla kolayca giriş yapabiliyorsunuz.
  • Pikchur. Pikchur, size Twitter, Facebook, Friendfeed gibi bir çok sitede otomatik olarak fotoğraf paylaşmanıza imkan veriyor. Üstelik siteye üye olmanıza gerek yok. Oturum açma sayfasında, üye olduğunuz servislerden birini seçerek rahatlıkla giriş yapabiliyorsunuz.
  • Twitgoo. Twitter sayfa tasarımına benzer bir tasarımla karşımıza çıkan Twitgoo kullanıcılarına “ What are you lookin’ at?” (neye bakıyorsunuz?) sorusunu soruyor. Ayrıca, bir çok uygulama(application) kullanmanıza imkan sağlıyor.
  • Posterous. Üyelik gerektirmeyen bu site, Posterous’a e-posta olarak gönderdiğiniz fotoğraf, mp3, video ve dosyaları otomatik olarak Twitter ve facebook’da yayınlıyor, ayrıca Posterous blog sayfanızda da yer alıyor.

24 Mayıs 2009

Alacakaranlık

404px-TwilightPoster

Stephenie Meyers’ın Alacakaranlık kitabını okumadım, aslında çok satan kitaplara hep şüpheyle yaklaştım nedense, popüler kültüre güvenim yok.

Ancak geçen gün, filmi görünce aldım ve seyrettim. Kitaptaki hikayeye ne kadar sadık kalındığını bilmiyorum, bir romanın filmini çekerken yazarın yarattığı dünyayı, karakterleri başarıyla filme aktarmak riskli bir iş.

Ben Lord of the Rings filmini bu anlamda başarılı bulmuştum. Kitabı okurken hayalimde kurduğum dünyayla, gözümde canlandırdığım karakterlerle filmdeki yaratılan evren ve karakterler örtüşmüştü ve Orta Dünya gerçekten muhteşem bir şekilde tasvir edilmişti.

Alacakaranlık kitabını okumadan filmini seyrettiğim için, kitaptaki karakterlerin beyazperdeye ne kadar başarılı şekilde yansıtıldığı hakkında hiç bir fikrim yok. Ama şunu çok açıkça söyleyebilirim filmi beğenmedim. Hikayeyi saçma buldum.

Isabella (kendisine Bella denmesini istiyor) Forks adında küçük bir kasabaya babasıyla yaşamak için geliyor. Okulunda yeni kız olmasına rağmen, nedense bizim Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz yeni gelene her türlü işkence yapılır, dışlanır, kendini kabul ettirmesi için bin bir dereden taş getirtilir tarzında davranışlarla karşılanmıyor aksine bir sevgi çemberine alınıyor. Tabii, bizim yeni kızımız tuhaf biri olduğundan ona kucak açan arkadaş grubuna değil de okulda kendi kendilerine “cool” şekilde takılan esrarengiz Cullen grubuna ilgi duyuyor. Şans bu ya, aldığı biyoloji dersinde Edward Cullen’ın yanına oturuyor, ama bizim sıra dışı şekilde çekici Edward’ımız kızdan resmen tiksiniyor, hatta başka bir ders almak için müdüriyete gidiyor. Bella, anlam veremiyor tabii.

Bir kaç gün ortalarda gözükmeyen Edward, başka bir biyoloji dersinde Bella'ya yakın davranıyor.Hatta bir gün, okul çıkışı Bella’ya neredeyse çarpacak olan bir aracı eliyle durdurup kızımızın hayatını kurtarıyor. Kimseye bir şey olmuyor, ama aracın kapısındaki göçüğün nasıl olduğunu da kimse merak etmiyor Bella dışında...

Şahit olduklarına anlam veremeyerek araştırmaya başlayan Bella, Edward’ın bir vampir olduğunu keşfediyor (sağ olsun Google).Neyse ki Edward ve ailesi bir tür vejetaryenler sadece hayvan kanı içiyorlar. Hatta fırtınalı günlerde ailecek beysbol oynuyorlar. Çok da kibarlar, kendileri yemek yemeseler ve yemek pişirmeyi bilmeseler de Bella onları ziyarete gelecek diye televizyondaki bir yemek programı yardımıyla İtalyan yemeği bile hazırlıyorlar.

Edward, insan kanına duyduğu açlık ile Bella'ya duyduğu aşk arasında gelgitler yaşıyor. Yapabileceklerinden korkarken Bella'dan da uzak duramıyor. Bella, zaten sorunlu “outcast”tiplere eğilimli. Bu ikisi arasında romantik bir ilişki başlıyor.

Bu arada, kasabada insanları avlayan başka bir grup vampir var, bunlardan bir tanesi (adı James ve aşırı derecede Vampirle Görüşme filminde Brad Pitt’in canlandırdığı vampire benziyor tipi)Bella’nın iyi bir öğlen yemeği olacağını düşünüyor. Bizim Edward’da şövalye ruhlu olduğundan, kötü vampire yar etmiyor Bella’yı.

Edward vampir olmanın ıstırabını yaşayan, insan kanına duyduğu arzuya karşı koymaya çalışan biri.

Bella, kendini bir yere ait hissetmeyen, doğru dürüst tanımadığı babasıyla küçük esrarengiz bir kasabaya taşınan tuhaf bir kız.

Film, av ve avcının yasak aşkını işliyor bunu yaparken de güzel bir kaç manzara, biraz gizem, biraz aksiyon kullanıyor. Kurguda mantıksız olan şeyler var, ayrıca filmdeki bazı karakterler çok az işlenmiş mesela Bella’nın babasının Kızılderili arkadaşı ve onun oğlu.

250px-Twilightbook Hoşuma giden şeyler de olmadı değil. Kitabın kapak tasarımının filmde kullanılış şekli hoş olmuş. Edward karakterini canlandıran Robert Pallison ve Bella’yı oynayan Kristen Stewart doğru seçim tip olarak.

İlla vampir filmi seyredeceğim diyorsanız Vampirle Görüşme(An interview with a vampire) filmi harika bir seçim olur. Gençlik romantizmi istiyorsanız eminim daha iyi filmler vardır benim bilmediğim.

Procrastination

procrastination

Yapmanız gereken çok önemli bir iş olduğunda bir türlü işin başına geçip de yapmaya başlayamadığınız oldu mu?

Mesela bir ödev hazırlamanız gerekiyor. Masanızın başına geçiyorsunuz, kaleminizi, defterinizi hazır ediyorsunuz ve bir anda yanınıza içecek bir şey almadığınızı fark edip mutfağa yöneliyorsunuz. Tam o esnada, oturma odasında açık olan televizyonunun sesini duyuyorsunuz, ilginizi çekiyor, televizyona şöyle bir bakıp masanızın başına geçeceğinizi düşünürken, bir bakmışsınız, annenizle oturmuş çekirdek çıtlatıp televizyon seyrediyorsunuz ve neden orada olduğunuzu bile unutmuşsunuz.

Bir süre sonra, aklınız başınıza geliyor, kalkıp mutfağa gidip içeceğinizi alıyorsunuz. Masanızın başına geçiyorsunuz ve o da ne renkli kalemlerle çalışmayı seviyorsunuz ve mor kaleminiz ortalarda yok. O olmadan o ödevi hazırlamanız mümkün değil, çantalarınızı karıştırıyorsunuz, masanızın ne kadar çekmecesi varsa döküp saçıyorsunuz. Bu arada onca döküntü saçıntının arasında kağıt peçete üzerine yazılmış romantik bir not veya komik bir fotoğraf buluyorsunuz sizi geçmişe götüren. 15 dakika boyunca yüzdüğünüz hatıralar denizinden çıkarken ne aradığınızı unutmuş bir halde döküntü saçıntıyı topluyorsunuz, hatta çekmecelerinizi yeniden düzenliyorsunuz.

Sanırım bir çoğumuz bu ve buna benzer şeyler yaşadık, yaşıyoruz.

Yapılması gereken bir işin başına geçmek yerine ne kadar gereksiz şey varsa hepsini yapmanıza İngilizcede “Procrastination” deniyor. Türkçe ’ye geciktirme, ağırdan alma diye çevirebiliriz.

Şu anda çalışmıyorum, zamanında bitirmem gereken bir ödevim, bir projem filan yok. Ama yapmam gereken en temel işleri bile ağırdan alıyorum, erteliyorum. Üstelik bunun kaygıyla, mükemmeliyetçilikle bir bağlantısı da yok geciktirmeye(Procrastination) kaynak olarak gösterilen.

Sanırım biraz disiplinsiz bir kişiyim. Bazı insanlar vardır ya, kafalarında o gün yapılacaklar listesi olan ve o listedeki her maddeye tik koymadan rahat edemeyen, işte o insanlara imreniyorum.

23 Mayıs 2009

Patrick Swayze’ın öldüğü haberi yalanlandı

Florida’da yayın yapan bir radyo istasyonun Twitter’da Patrick Swayze’ın pankreas kanserine yenik düşerek öldüğü mesajını yazmasıyla haber anında internette yayılmış ve Patrick Swayze hayranlarını, sevenlerini üzüntüye boğmuştu.


Neyse ki, Patrick Swayze’ın sözcüsü, hayatta olduğunu ve tedaviye cevap verdiğini söyleyerek herkesin yüreğine su serpti.


Patrick Swayze’a 2008 senesinin başında en ölümcül kanser türlerinden biri olan pankreas kanseri teşhisi konmuş ve en fazla 2 senelik ömrü kaldığı açıklanmıştı. Teşhisten sonra Swayze, “Beast” adlı bir TV dizisinde oynamaya başlamış ve “Ne olursa olsun ölünceye kadar çalışacağım” demişti.


ps Hastalığından ötürü 48 kg’a düşen ünlü oyuncu kanserle savaşının tam bir kabus olduğunu belirtmiş kansere sigaranın neden olduğunu söylemişti.






Kanser teşhisi konduktan sonra bile Swayze sigarayı bırakamamış, kemoterapi gördükten sonra özel uçağına binmek için beklerken bile sigara içerken görüntülenmişti.





Vejetaryen Maceralar

1 ay 10 gündür vejetaryenim,  ve bu kadar kısa sürede bile komik vejetaryen anılarım oldu.

Kız kardeşimle biraz gezmek alışveriş yapmak için büyük bir alışveriş merkezine gittik. Tabii biraz dolandıktan sonra acıkınca alışveriş merkezinde bulunan restoranlardan birinde yemek yemeye karar verdik. Kardeşim hamburger yemek istedi, ben de hemen hamburgercinin yanında yer alan sözde İtalyan pizzacısını tercih ettim. Vejetaryen olduğumu söyleyince kasada duran görevli bana 2 çeşit pizza gösterdi kocaman tepsilerde sergilenen. Birinin üzerini yuvarlak dilimler halinde ne olduğunu kestiremediğim bir madde süslüyordu, merakla sordum. Görevlinin cevabı, sucuk dilimleriydi. Vejetaryenlere sunulan parmesan peynirli pizzaya sucuk dilimlemişlerdi.:)

Diğer komediyi ise kız kardeşimin kayınpederinin bizi yemeğe götürdüğü kasap dükkanında yaşadım. Yanlış okumadınız, kasaba gittik yemek yemek için. Hem kasap, hem restoran, ikisi bir arada. Bir yanda müşteriler gelip bana şuradan bir kuzu ön kol diyor, diğer yanda dükkanın içine yerleştirilmiş 4-5 masada ise müşterilere köfte, et kavurma gibi yemekler sunuluyor.

Neyse masamıza yerleştik, garson geldi siparişleri almak için. Bana ne almak istediğimi sorunca, saflık edip ben vejetaryenim dedim ve ekledim et yemiyorum diye garsonun yüzünde saniyelik beliren şaşkın ifade üzerine. Bunun üzerine garson ne dese beğenirsiniz? “İyi abla, o zaman ben sana tavuk şiş getireyim”

Tabii, tahmin edebileceğiniz gibi salata ile idare etmek durumunda kaldım. Bu arada kız kardeşimin kayın pederi ortaya karışık ızgara ve köfte siparişi vermişti, ben salatamı didiklerken bana acımış olacak ki   “Kızım, bir tanecik köfte ye bari, bir taneden bir şey olmaz.”

22 Mayıs 2009

Amerikalılar, çocuklarını hangi ünlüye emanet edermiş?

Ellen ve Portia

Anneler günü dolayısıyla düzenlenen ve 10.000 oyun kullanıldığı ankette sorulan “Çocuğunuzu hangi ünlüye emanet edersiniz?” sorusunun cevabı bilin bakalım hangi ünlü çift olmuş?

Şaşıracaksınız ama oyların %31 i Ellen Degeneres ve Portia de Rossi çiftine gitmiş. Bilindiği üzere Ellen Degeneres ve Portia de Rossi ikilisi Kaliforniya eyaletinde eşcinsel evliliğin yasallaştırılması üzerine geçen sene evlenmişlerdi.

Jennifer Aniston oyların %22 sini alırken Brad ve Angelina çifti, sadece %18 ini almış.

Amerika'nın ünlü talk show sunucusu Oprah Winfrey’ın oy oranı ise %8 de kalmış.

AOL tarafından yapılan anket sonuçları için tıklayınız.

15 gün ne yaptım?

the_ant_bully

Şehir dışındaydım, kız kardeşimi ziyarete gittim ve 15 gün boyunca 2,5 yaşındaki yeğenim ve kardeşimle harika vakit geçirdim.

Spor yapamadım, yediklerime de dikkat edemedim ve sonuç olarak 1,5 ay sporda ne kaybettiysem 15 günde geri aldım. Ama pişman değilim :)

Yeğenimi günde 2 kere parka götürdüm ve çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu bir kere daha anladım.

Çocuklara sözünüzü nasıl dinletirsiniz? Bu soruyu soruyorum çünkü ne yaparsam yapayım, ne kadar mantıklı açıklamalarda bulunursam bulunayım sevgili yeğenimin parkta gördüğü zavallı karıncaları ezmesine engel olamadım.

Parka ilk gittiğimizde neredeyse hiç sorun yaşamadık, yeğenim oradaki çocuklarla beraber oynadı. Kaydıraktan kaydı, kum kazdı, oyuncak kamyonlara doldurup boşalttı. Arada arkadaşlarıyla oyuncakları paylaşamamaktan çıkan ufak sorunlar olmadı değil ancak sırayla oynamalarını söyleyerek çözdüm sıkıntıyı.

Ama parka 2. gidişimizde çocuklardan biri yeğenime büyük bir karınca yuvası gösterdi. Ve işte o zaman sorunumuz başladı. Yeğenim, dakikalarca karıncaların hummalı şekilde çalışmaları seyretti, çekirdek kabukları, yaprak v.s. gibi şeyleri çeneleriyle taşımaları onu büyülemiş gibiydi. Ama sonra ne olduysa oldu ve ayağını kaldırıp onları ezmeye başladı. Hemen müdahale ettim. Onların canlı olduğunu, ezerek öldürmemesi gerektiğini güzel bir dille ifade ettim. Neyse ki durdu ve dikkatini tahterevalliye binen çocuklar çekince onların yanına gitti ve onlara katıldı.

Ben tam yeğenim karınca öldürme arzusunu yok ettiğimi düşünürken tahterevalliden sıkılan yeğenim az önce bir yığın karıncayı ezdiği yuvanın başına gitti, çömelerek onları seyretmeye başladı, ben de onların toprağın altında kazdıkları tünellerde yaşadıklarından bahsettim. Bir kaç dakika sonra benim yeğenim mini bir “hulk”a dönüştü, karıncaları ezmek için ayağını kaldırdı, ben aman dur yapma diyene kadar bir kaç karınca ezilmişti bile. Bu sefer duygusal bir yaklaşım sergileyip, onların bir ailesi olduğunu, çolukları çocukları, anneleri babaları olduğunu ve eğer onları ezerse ailelerinin çok üzüleceğini söyledim. Ne yazık ki, bu duygusal yaklaşımda işe yaramadı.

Sözümü dinler gibi gözüküp, fırsatını bulur bulmaz karınca soykırımı yapmaya gidiyordu. Ne yapacağımı şaşırdım.

Sonra dikkatini başka şeylere çekerek karınca ezmesine engel olmak istedim,ve onu salıncağa götürdüm. Salıncakta sallanırken, parktaki çocuklar hadi çeşmeye gidip su içelim deyince bu seferde sevgili yeğenim de çeşmeye gitmek istedi.Ben de başıma gelecekleri bilmeden onun çocuklarla çeşmeye gitmesine izin verdim. Ama buna pişman oldum, çünkü onu çeşmenin başından alamadım. Ellerini yıkadıktan sonra, ıslak ellerini kum havuzuna batırıyor, sonra bana gelip ellerim pis oldu diyerek, poposunu sallaya sallaya çeşmeye koşuyor, ellerini yıkayıp dönüyor ve yeniden ellerini kuma daldırıyordu. Tabii bu arada üstü başı da sırılsıklam oldu. Ne dediysem ne yaptıysam onu çeşmeden alamadım. Üstelik sinirlenmeye başlamıştım ve sonunda sesimi yükseltmek zorunda kaldım. Bu seferde ağlamaya başladı. Oyuncaklarını nasıl topladım onu nasıl eve götürdüm bilmiyorum. Çok sinir bozucu bir deneyimdi.Çocuk sahibi olmadığıma şükrettiğim bir andı.

Sahi, çocuklara sözünüzü nasıl dinletirsiniz?