23 Haziran 2009

Suç ve Ceza

crime-and-punishment

İnternette haberlere bakarken, eşini dövdüğü için kitap okuma cezası verilen adamla ilgili bir haber ilgimi çekti.

Kitap okuma ceza olarak nasıl algılanabilir?

Ayrıca 5 yıl boyunca her ay dünya edebiyatının değerli yapıtlarından birini okuma cezası verilince adam şiddete eğiliminden nasıl vazgeçer?

Aklım almadı. Almasın da zaten.

20 Haziran 2009

Bahçedeki hazine

simya

İşsiz olmak benim seçimim ve şu anda iş aramıyorum bile. İnsanlara tuhaf geliyor bu davranışım. Ne zaman bir tanıdıkla karşılaşsam bana acıyan gözlerle bakıyor, endişelenmemi, elbet iyi bir iş bulacağımı söyleyerek beni teselli etmeye çalışıyor. Ben de onlara endişelenmediği hatta bu durumdan memnun olduğumu belirtince bana şaşkın gözlerle bakıyorlar. Gözlerinde “ Bu kız çıldırmış olmalı” alt yazısını okuyabiliyorum ama o kadar kibarlar ki bunu yüzüme direkt söyleyemiyorlar.

Yapmak istediğim tek şey var şu anda. Sırt çantamı alıp, kendimi yollara vurmak. Tıpkı rüyasında gördüğü hazinenin peşinden giden Endülüslü çoban Santiago(Paulo Coelho’nun yazdığı Simyacı kitabının baş kahramanı) gibi.

Aslında yapılan yolculuk, içsel yolculuğun maddeye bürünmesi.

Benim de aradığım bir hazine var: bilgelik ve huzur.

Yaşlı bir ağacın gövdesine sırtınızı yaslayıp,  rüzgarlarla bir sağa bir sola savrulan otları seyrettiğiniz ve bir bütünün parçası;otun, böceğin, ağacın,toprağın,bulutun ta kendisi olduğunuzu hissettiğiniz türden bir huzurun hayatıma egemen olmasını istiyorum. 

Böyle bir huzura erişmenin bilgelikle olacağını hissediyorum. Ama işin garip yanı, bu bilgeliği ve onun sonucu olan huzuru nasıl, nerede bulacağımı bilmiyorum.

Santiago, hazinesini kat ettiği onca kilometreden sonra evinin bahçesinde bulmuştu.

Bahçemi kazsam ne çıkar acaba?

Şarkı: “Return to Innocence: Enya-Pure Moods”

17 Haziran 2009

Rüzgarla Koşmak

dilekleri uçuran rüzgarUzun zamandır yazamadığımın farkındayım.

Ancak, haftada 4 gün spor salonuna gidip 3-3,5 saat spor yapınca eve geldiğimde halim olmuyor, spor salonuna gitmediğim günlerde de 1,5 saatlik koşu/yürüyüş yapıyorum.

Koşu bandında koşmaktan çok daha zevkli dışarıda koşmak elbette. Koşu bandında kendimi bir süre sonra dolap beygiri gibi hissediyorum. Öte yandan,  yollarda özellikle “A Knife in the Dark” (Yüzüklerin Efendisi-Yüzük kardeşliği soundtrack)şarkısı kulaklarınızda çınlarken, batmakta olan güneşin ışıltıları denizin yüzeyinden yansıyarak gözlerinizi kamaştırırken koşmak ve rüzgarın kamçısını suratınızda hissetmek muhteşem bir şey.

Bu arada, 8 gündür sigara içmiyorum aldığım elektronik  sigara aleti sayesinde. Ancak iştahım açıldı, doymak bilmez oldum.  Yani bir tür “ye ye koş” döngüsü içindeyim. Bakalım sonum nasıl olacak?

11 Haziran 2009

Missing Piece Of Puzzle

missing piece of puzzle

What is my place in the world other than being a daughter, a sister, an aunt, a friend, an unemployed time waster and etc.?

Why do I feel as if I don’t fit into any place? Like a puzzle piece you’re holding in your hand and checking the picture in front of you carefully, yet cannot find an exact location for it?

Why do I just spend my hours, my days, my years in a completely pointless, useless way?

Why don’t I try to figure what can I do, not only for myself but also for others?

Why do I feel so insecure?

Why do I feel incomplete?

Why do I feel as if I have forgotten to do something crucial?

Why do I keep telling people how happy I am even though I am not?

Why do I have so many -brain penetrating- questions without answers while others just seem to enjoy the view?

9 Haziran 2009

En büyük savaşım

Böyle adlandırmamda bir abartma yok, dünden beri hayatımın en zorlu mücadelesinin, en büyük savaşımın içindeyim. Muharebem, en sinsi düşmanıma, SİGARAYA karşı.

Ne zamandır aklımda bu bağımlılığımdan kurtulmak.

quitsmoking

Beni yavaş yavaş zehirlesin, uzun ve acı verici bir ölümü tattırsın diye cebimden günde 4 TL, ayda 120 TL, yılda 1440 TL ödediğim katilime elveda demeye kararlıyım.

Daha öncede sigarayı bırakma teşebbüslerim olmuştu ama hiç biri uzun soluklu değildi. Umarım, bu denememde sigarayı tamamen bırakırım ve umarım bir daha hiç ama hiç ağzıma almam bu lanet mereti.

Daha önceki sigarayla savaşlarımın aksine bu sefer bir yardımcım var. Otomatik sigara veya elektronik sigara denen alet. Babam, sigarayı bu aletin yardımıyla bıraktı ve günde yaklaşık 2 paket sigara içerken 2 aydır ağzına sigara sürmüyor.

Bir dönem bu aletlerin sağlığa zararlı olduğunu duymuştum ama babamın çok güzel ifade ettiği gibi sigaradan daha zararlı ne olabilir ki?

Ayrıca, bu aleti kısa süreli kullanacağım, 1 ay kadar.

Gazam mübarek olsun!

2 Haziran 2009

Kurabiye yaptım

Evde boş boş otururken içimden kurabiye yapmak geldi ve Emine Beder’e ait bir tarifi kullanarak kurabiye yaptım. Harika oldu.

Malzemeler

  • 1 yumurta
  • 1 yumurta akı
  • 1/2 paket margarin veya tereyağı(oda sıcaklığında)
  • 3 su bardağı un
  • 1,5 çay bardağı şeker
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 yemek kaşığı yoğurt
  • 1 çorba kaşığı kakao

Yapılışı

Unu, yumurtayı, yoğurdu şekeri ve yumuşamış yağı bir kabın içine koyun ve yoğurun.(eğer hamur cıvık olursa içine biraz daha un ekleyebilirsiniz.)

Hamuru iki eşit parçaya bölün. Parçalardan birinin içine kakaoyu ekleyip yeniden yoğurun. Beyaz hamuru ve kakaolu hamuru merdaneyle 3 mm kalınlığında açın.(açarken zemine biraz un serperseniz hamur kalıpları yapışmayacaktır böylece daha kolay çıkarabilirsiniz.)

Beyaz hamuru kurabiye kalıpları ile kesin.(Evde kalıp olmadığı için ben bardak kullandım.)Kakaolu hamuru da küçük kalıplarla (ben küçük çay bardağı ile kestim)kesin.

Pişirme kağıdı serdiğiniz tepsiye yerleştirin beyaz hamurları. Üzerlerine fırçayla yumurta akını sürüp kakaolu hamur parçalarını yapıştırın.

150 derece önceden ısıtılmış fırında kurabiyelerin üzeri pembeleşinceye kadar pişirin. Kurabiyeleriniz hazır. Afiyet olsun.

kurabiyeler

 

kurabiyeler2

30 Mayıs 2009

Kadın var Kadıncık var…

Dün arkadaşımı çağırdım beraber çikolatalı kurabiye yapmak için.

O gelmeden önce de mantarlı milföy börek hazırladım fırına koydum, arkadaşım o esnada geldi, ben bulaşıkları yıkarken o da çikolatalı kurabiyesini hazırlamaya koyuldu.

Mantarlı milföy böreğim, tarifte belirtildiği üzere 180 derece fırında 20 dakika durmasına rağmen biraz fazla pişmişti. (bakınız aşağıdaki fotoğraf)

Şekil 1a

Neyse sevgili arkadaşım da bu arada kurabiyeleri fırın tepsisine yerleştirmeyi bitirmişti ve biz, fırının biraz soğumasını bekledikten sonra onları da fırına sürdük.

Kurabiyeler fırında pişerken ben de bloğumda yayınladığım 6. his videosunu arkadaşıma gösteriyordum. Arada da kurabiyelerin pişip pişmediğini de kontrol ediyorduk.

Bir süre sonra mutfaktan yanık kokusu gelince, mutfağa gittik, fırından resmen duman çıkıyordu, ben pişirme kağıdının yandığını düşündüm saf saf.

Fırından hemen tepsiyi çıkardım ama görüntü inanılmazdı, bir tepsi dolusu kurabiye kömür olmuştu.

Verilen onca emekten sonra kurabiyelerin yandığını görmek çok üzücüydü ama yapılacak bir şey yoktu.

2. kömür tadında yemek maceramı bugün yaşadım. Konserve patates, bezelye ve havuç garnitürü almıştım marketten, içine biraz da mantar ekleyerek akşam yemeğimi ocağa koydum.

Bu arada, internette blog tasarımlarına baktım, kız kardeşimle telefonda konuştum.

Ocakta yemek olduğu tamamen aklımdan çıkmış.

Neden sonra mutfağa gitmek için odamdan çıktığımda mutfaktan gelen dumanın tüm koridoru kaplamış olduğu gördüm.

Suyunu çeken yemek, kömürleşinceye kadar pişmişti, tencere  ve ocak da tanınmaz haldeydi.

Rahmetli anneannemin sesi kulaklarımda çınladı:" “Kadın var KADINCIK var.”

28 Mayıs 2009

6. His

minority-report

Tom Cruise’un baş rol oynadığı “Minority Report” filmini seyredenler hatırlayacaklardır filmde kullanılan havalı teknolojik aletleri.Filmde, yakışıklı aktörümüz, ekrana dokunmadan, sadece ellerini kullanarak, ekranda yer alan sayfalar arasında geziniyor, fotoğraflara bakıyordu, video görüntülerini ileri geri sarıyordu…

sixthsense

TED Media Lab. tarafından geliştirilmekte olan 6. his teknolojisi bence filmdekinden bile havalı. Uçsuz bucaksız imkanlar sunuyor bilgiye ulaşma anlamında.

Ancak, teknoloji her iki yanı keskin bıçak.

Hayatımızı her anlamda kolaylaştıran cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla kimseye aldırmadan bağıra çağıra cep telefonuyla konuşan ve/veya son model pahalı cep telefonlarıyla etrafa caka satan insanlarla muhatap olduğumuz yetmiyormuş gibi “6. His teknolojisinin” elimize geçmesiyle sabrımızın sınırlarını zorlayacak yeni insan tiplemeleriyle mücadele içine gireceğiz.

Düşünsenize markette,elinde tuttuğu bezelye konservesinin üzerine yansıyan projeksiyonu, tuhaf parmak hareketleriyle yönlendiren ve bir yandan da yeteri kadar organik bezelye bulamadığı için küfreden insanlarla alışveriş yapmak zorunda kaldığınızı.

Ayrıca birbirimizi, kullandığımız markalar, takıldığımız “cool” mekanlar, dini inançlarımız, politik görüşlerimiz, dış görünüşümüzle v.s. yeterince yargılamıyormuşuz gibi,bu işi bizim için çok daha hızlı ve SIĞ şekilde yapacak bir teknolojimiz olacak.

6. His Projektörünün, tişörtümüze yansıttığı yafta bulutunun altında ezilirken “Ama ,ama, ben sadece bundan ibaret değilim” şeklindeki çığlığımızı kimse duymayacak .

MIT Media laboratuvarından Pattie Maes’in sunumuyla tanıtılan “6. His teknolojisi” videosunu seyredin ve bizi nasıl bir geleceğin beklediğini gözlerinizle görün.


6th sense-TED
Yükleyen morcennet - Discover more science and tech videos.

Bağlantılar:

27 Mayıs 2009

Twitter’da video paylaşmanın 5 yolu

Daha önceki yazımda Twitter’da nasıl fotoğraf paylaşacağınızız anlatmıştım şimdi de siteye video göndermek için kullanabileceğimiz beş farklı servisten bahsedeceğim

twidio

Twitvid, video göndermede Twitpic sitesinin fotoğraf paylaşımında sağladığı başarıyı yakalamış bir site. Bilgisayarınızda yer alan ve hatta web kameranızdan elde ettiğiniz görüntüleri Twitter’a göndermenizi sağlıyor.

Kullanımı oldukça basit : Twitter kullanıcı adınızla siteye giriş yapıyorsunuz, bilgisayarınızda yüklü ( en fazla 1 GB veya 20 dakikalık) dosyanızı seçiyorsunuz, 117 veya daha az karakter kullanarak istediklerinizi yazıyorsunuz ve “tweet” düğmesine tıklıyorsunuz. Yapmanız gereken bu kadar.

Twitvid, Twitter’da yer alan belirli bir videoya yapılan tüm “tweet”leri gösteriyor. Ayrıca, bir videoya “retweet” yapabilir, videoyu paylaşabilirsiniz.

Twiddeo, kötü bir tasarıma sahip, ama Twitter’da video paylaşımı için iyi bir seçenek. “Log in” diyerek, Twitter hesabınızla sitede oturum açıp  bilgisayarınızdan video yükleyebilir “webcam” linkini tıklayarak web kameranız ile çektiğiniz görüntüleri paylaşabilirsiniz.

Diğer kullanıcıların gönderdiği tüm videolara yorum yazabilir, herhangi bir sayfaya gömebilirsiniz.(embed)

Firefox kullanıyor ve Greasemonkey eklentiniz varsa, Greasemonkey scripti ile, Twitter ana sayfanızda Twiddeo videolarını seyredebilirsiniz.

Twitter’da, fotoğraf, video ve dosya paylaşımını bünyesinde toplayan bir site Twitc. Sadece bilgisayarınızdan video yüklemek yerine, URL’lerden video transfer etmenize de imkan sağlıyor.

Herhangi bir içeriği yüklemeden önce Twitc sizden bir albüm oluşturmanızı istiyor. Böylece karışıklıktan kurtarıyor sizi.

Üstelik, video veya dosya yollamadan Twitter’da durumunuzu güncellemenizi, arama yapmanızı, yorum yazmanızı v.s. de sağlıyor.

Twitlens’ de hem video hem de fotoğraf yükleme imkanı veren çok amaçlı bir site. Aynı anda birden fazla yükleme, 50 MB a kadar video yükleme, yorum yazma ve hatta anonim yükleme yapmaya izin veriyor.

Üstelik, Twitter OAuth desteğiyle güvenli oturum açma imkanı sağlıyor. Ayrıca, fotoğraflarda ve videolarda kişileri etiketlendirmek çok kolay. Etiketlendirdiğiniz kişilere sizden bir mesaj gönderildiği için akıllıca kullanılmalı:)

Youtube’daki videoları paylaşmak amacıyla kurulan site, daha sonra MAC OSX için web kameradan video oluşturmak ve Twitter’da paylaşmak için bir masaüstü uygulaması da oluşturdu.

Tweetube, şu anda  internetten veya e-posta ile çoklu  fotoğraf yüklemelerini destekliyor.

En son güncellemelere rağmen, Twitter’da video paylaşmanın tek yolu Youtube URL ve  25 saniyelik web kamera kayıtları.

25 Mayıs 2009

Twitter’da Fotoğraf paylaşmak

Ne yazık ki 140 karakterlik gönderilerinizde Twitter’ın fotoğraf yüklemek için bir eklentisi yok bu yüzden gönderilerimize biraz renk katmak için yardım almamız gerekiyor. Bu işte bize yardımcı olabilecek bir sürü servis var ama bunlardan en iyi altısını sıraladım.

yfrog

  • Yfrog. Imageshack tasarımcılarının ürünü olan bu site oldukça basit, sade bir tasarıma sahip. Üstelik Türkçe.
  • Twitpic . Twitpic, Twitter’da en büyük ve en popüler fotoğraf paylaşım servisi. Eğer Twitter hesabınız varsa Twitpic hesabınızda var demektir. Yapmanız gereken tek şey Twitter kullanıcı adınız ve şifrenizle Twitpic sitesinde oturum açmanız.
  • TweetPhoto. Twitpic ile rekabet halinde olan bu servis, Twitpic ’den farklı olarak size istatiksel veriler, favoriye ekleme, Facebook’da paylaşma ve etiketlendirme imkanı sunuyor. Twitter hesabınızla kolayca giriş yapabiliyorsunuz.
  • Pikchur. Pikchur, size Twitter, Facebook, Friendfeed gibi bir çok sitede otomatik olarak fotoğraf paylaşmanıza imkan veriyor. Üstelik siteye üye olmanıza gerek yok. Oturum açma sayfasında, üye olduğunuz servislerden birini seçerek rahatlıkla giriş yapabiliyorsunuz.
  • Twitgoo. Twitter sayfa tasarımına benzer bir tasarımla karşımıza çıkan Twitgoo kullanıcılarına “ What are you lookin’ at?” (neye bakıyorsunuz?) sorusunu soruyor. Ayrıca, bir çok uygulama(application) kullanmanıza imkan sağlıyor.
  • Posterous. Üyelik gerektirmeyen bu site, Posterous’a e-posta olarak gönderdiğiniz fotoğraf, mp3, video ve dosyaları otomatik olarak Twitter ve facebook’da yayınlıyor, ayrıca Posterous blog sayfanızda da yer alıyor.

24 Mayıs 2009

Alacakaranlık

404px-TwilightPoster

Stephenie Meyers’ın Alacakaranlık kitabını okumadım, aslında çok satan kitaplara hep şüpheyle yaklaştım nedense, popüler kültüre güvenim yok.

Ancak geçen gün, filmi görünce aldım ve seyrettim. Kitaptaki hikayeye ne kadar sadık kalındığını bilmiyorum, bir romanın filmini çekerken yazarın yarattığı dünyayı, karakterleri başarıyla filme aktarmak riskli bir iş.

Ben Lord of the Rings filmini bu anlamda başarılı bulmuştum. Kitabı okurken hayalimde kurduğum dünyayla, gözümde canlandırdığım karakterlerle filmdeki yaratılan evren ve karakterler örtüşmüştü ve Orta Dünya gerçekten muhteşem bir şekilde tasvir edilmişti.

Alacakaranlık kitabını okumadan filmini seyrettiğim için, kitaptaki karakterlerin beyazperdeye ne kadar başarılı şekilde yansıtıldığı hakkında hiç bir fikrim yok. Ama şunu çok açıkça söyleyebilirim filmi beğenmedim. Hikayeyi saçma buldum.

Isabella (kendisine Bella denmesini istiyor) Forks adında küçük bir kasabaya babasıyla yaşamak için geliyor. Okulunda yeni kız olmasına rağmen, nedense bizim Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz yeni gelene her türlü işkence yapılır, dışlanır, kendini kabul ettirmesi için bin bir dereden taş getirtilir tarzında davranışlarla karşılanmıyor aksine bir sevgi çemberine alınıyor. Tabii, bizim yeni kızımız tuhaf biri olduğundan ona kucak açan arkadaş grubuna değil de okulda kendi kendilerine “cool” şekilde takılan esrarengiz Cullen grubuna ilgi duyuyor. Şans bu ya, aldığı biyoloji dersinde Edward Cullen’ın yanına oturuyor, ama bizim sıra dışı şekilde çekici Edward’ımız kızdan resmen tiksiniyor, hatta başka bir ders almak için müdüriyete gidiyor. Bella, anlam veremiyor tabii.

Bir kaç gün ortalarda gözükmeyen Edward, başka bir biyoloji dersinde Bella'ya yakın davranıyor.Hatta bir gün, okul çıkışı Bella’ya neredeyse çarpacak olan bir aracı eliyle durdurup kızımızın hayatını kurtarıyor. Kimseye bir şey olmuyor, ama aracın kapısındaki göçüğün nasıl olduğunu da kimse merak etmiyor Bella dışında...

Şahit olduklarına anlam veremeyerek araştırmaya başlayan Bella, Edward’ın bir vampir olduğunu keşfediyor (sağ olsun Google).Neyse ki Edward ve ailesi bir tür vejetaryenler sadece hayvan kanı içiyorlar. Hatta fırtınalı günlerde ailecek beysbol oynuyorlar. Çok da kibarlar, kendileri yemek yemeseler ve yemek pişirmeyi bilmeseler de Bella onları ziyarete gelecek diye televizyondaki bir yemek programı yardımıyla İtalyan yemeği bile hazırlıyorlar.

Edward, insan kanına duyduğu açlık ile Bella'ya duyduğu aşk arasında gelgitler yaşıyor. Yapabileceklerinden korkarken Bella'dan da uzak duramıyor. Bella, zaten sorunlu “outcast”tiplere eğilimli. Bu ikisi arasında romantik bir ilişki başlıyor.

Bu arada, kasabada insanları avlayan başka bir grup vampir var, bunlardan bir tanesi (adı James ve aşırı derecede Vampirle Görüşme filminde Brad Pitt’in canlandırdığı vampire benziyor tipi)Bella’nın iyi bir öğlen yemeği olacağını düşünüyor. Bizim Edward’da şövalye ruhlu olduğundan, kötü vampire yar etmiyor Bella’yı.

Edward vampir olmanın ıstırabını yaşayan, insan kanına duyduğu arzuya karşı koymaya çalışan biri.

Bella, kendini bir yere ait hissetmeyen, doğru dürüst tanımadığı babasıyla küçük esrarengiz bir kasabaya taşınan tuhaf bir kız.

Film, av ve avcının yasak aşkını işliyor bunu yaparken de güzel bir kaç manzara, biraz gizem, biraz aksiyon kullanıyor. Kurguda mantıksız olan şeyler var, ayrıca filmdeki bazı karakterler çok az işlenmiş mesela Bella’nın babasının Kızılderili arkadaşı ve onun oğlu.

250px-Twilightbook Hoşuma giden şeyler de olmadı değil. Kitabın kapak tasarımının filmde kullanılış şekli hoş olmuş. Edward karakterini canlandıran Robert Pallison ve Bella’yı oynayan Kristen Stewart doğru seçim tip olarak.

İlla vampir filmi seyredeceğim diyorsanız Vampirle Görüşme(An interview with a vampire) filmi harika bir seçim olur. Gençlik romantizmi istiyorsanız eminim daha iyi filmler vardır benim bilmediğim.

Procrastination

procrastination

Yapmanız gereken çok önemli bir iş olduğunda bir türlü işin başına geçip de yapmaya başlayamadığınız oldu mu?

Mesela bir ödev hazırlamanız gerekiyor. Masanızın başına geçiyorsunuz, kaleminizi, defterinizi hazır ediyorsunuz ve bir anda yanınıza içecek bir şey almadığınızı fark edip mutfağa yöneliyorsunuz. Tam o esnada, oturma odasında açık olan televizyonunun sesini duyuyorsunuz, ilginizi çekiyor, televizyona şöyle bir bakıp masanızın başına geçeceğinizi düşünürken, bir bakmışsınız, annenizle oturmuş çekirdek çıtlatıp televizyon seyrediyorsunuz ve neden orada olduğunuzu bile unutmuşsunuz.

Bir süre sonra, aklınız başınıza geliyor, kalkıp mutfağa gidip içeceğinizi alıyorsunuz. Masanızın başına geçiyorsunuz ve o da ne renkli kalemlerle çalışmayı seviyorsunuz ve mor kaleminiz ortalarda yok. O olmadan o ödevi hazırlamanız mümkün değil, çantalarınızı karıştırıyorsunuz, masanızın ne kadar çekmecesi varsa döküp saçıyorsunuz. Bu arada onca döküntü saçıntının arasında kağıt peçete üzerine yazılmış romantik bir not veya komik bir fotoğraf buluyorsunuz sizi geçmişe götüren. 15 dakika boyunca yüzdüğünüz hatıralar denizinden çıkarken ne aradığınızı unutmuş bir halde döküntü saçıntıyı topluyorsunuz, hatta çekmecelerinizi yeniden düzenliyorsunuz.

Sanırım bir çoğumuz bu ve buna benzer şeyler yaşadık, yaşıyoruz.

Yapılması gereken bir işin başına geçmek yerine ne kadar gereksiz şey varsa hepsini yapmanıza İngilizcede “Procrastination” deniyor. Türkçe ’ye geciktirme, ağırdan alma diye çevirebiliriz.

Şu anda çalışmıyorum, zamanında bitirmem gereken bir ödevim, bir projem filan yok. Ama yapmam gereken en temel işleri bile ağırdan alıyorum, erteliyorum. Üstelik bunun kaygıyla, mükemmeliyetçilikle bir bağlantısı da yok geciktirmeye(Procrastination) kaynak olarak gösterilen.

Sanırım biraz disiplinsiz bir kişiyim. Bazı insanlar vardır ya, kafalarında o gün yapılacaklar listesi olan ve o listedeki her maddeye tik koymadan rahat edemeyen, işte o insanlara imreniyorum.

23 Mayıs 2009

Patrick Swayze’ın öldüğü haberi yalanlandı

Florida’da yayın yapan bir radyo istasyonun Twitter’da Patrick Swayze’ın pankreas kanserine yenik düşerek öldüğü mesajını yazmasıyla haber anında internette yayılmış ve Patrick Swayze hayranlarını, sevenlerini üzüntüye boğmuştu.


Neyse ki, Patrick Swayze’ın sözcüsü, hayatta olduğunu ve tedaviye cevap verdiğini söyleyerek herkesin yüreğine su serpti.


Patrick Swayze’a 2008 senesinin başında en ölümcül kanser türlerinden biri olan pankreas kanseri teşhisi konmuş ve en fazla 2 senelik ömrü kaldığı açıklanmıştı. Teşhisten sonra Swayze, “Beast” adlı bir TV dizisinde oynamaya başlamış ve “Ne olursa olsun ölünceye kadar çalışacağım” demişti.


ps Hastalığından ötürü 48 kg’a düşen ünlü oyuncu kanserle savaşının tam bir kabus olduğunu belirtmiş kansere sigaranın neden olduğunu söylemişti.






Kanser teşhisi konduktan sonra bile Swayze sigarayı bırakamamış, kemoterapi gördükten sonra özel uçağına binmek için beklerken bile sigara içerken görüntülenmişti.





Vejetaryen Maceralar

1 ay 10 gündür vejetaryenim,  ve bu kadar kısa sürede bile komik vejetaryen anılarım oldu.

Kız kardeşimle biraz gezmek alışveriş yapmak için büyük bir alışveriş merkezine gittik. Tabii biraz dolandıktan sonra acıkınca alışveriş merkezinde bulunan restoranlardan birinde yemek yemeye karar verdik. Kardeşim hamburger yemek istedi, ben de hemen hamburgercinin yanında yer alan sözde İtalyan pizzacısını tercih ettim. Vejetaryen olduğumu söyleyince kasada duran görevli bana 2 çeşit pizza gösterdi kocaman tepsilerde sergilenen. Birinin üzerini yuvarlak dilimler halinde ne olduğunu kestiremediğim bir madde süslüyordu, merakla sordum. Görevlinin cevabı, sucuk dilimleriydi. Vejetaryenlere sunulan parmesan peynirli pizzaya sucuk dilimlemişlerdi.:)

Diğer komediyi ise kız kardeşimin kayınpederinin bizi yemeğe götürdüğü kasap dükkanında yaşadım. Yanlış okumadınız, kasaba gittik yemek yemek için. Hem kasap, hem restoran, ikisi bir arada. Bir yanda müşteriler gelip bana şuradan bir kuzu ön kol diyor, diğer yanda dükkanın içine yerleştirilmiş 4-5 masada ise müşterilere köfte, et kavurma gibi yemekler sunuluyor.

Neyse masamıza yerleştik, garson geldi siparişleri almak için. Bana ne almak istediğimi sorunca, saflık edip ben vejetaryenim dedim ve ekledim et yemiyorum diye garsonun yüzünde saniyelik beliren şaşkın ifade üzerine. Bunun üzerine garson ne dese beğenirsiniz? “İyi abla, o zaman ben sana tavuk şiş getireyim”

Tabii, tahmin edebileceğiniz gibi salata ile idare etmek durumunda kaldım. Bu arada kız kardeşimin kayın pederi ortaya karışık ızgara ve köfte siparişi vermişti, ben salatamı didiklerken bana acımış olacak ki   “Kızım, bir tanecik köfte ye bari, bir taneden bir şey olmaz.”

22 Mayıs 2009

Amerikalılar, çocuklarını hangi ünlüye emanet edermiş?

Ellen ve Portia

Anneler günü dolayısıyla düzenlenen ve 10.000 oyun kullanıldığı ankette sorulan “Çocuğunuzu hangi ünlüye emanet edersiniz?” sorusunun cevabı bilin bakalım hangi ünlü çift olmuş?

Şaşıracaksınız ama oyların %31 i Ellen Degeneres ve Portia de Rossi çiftine gitmiş. Bilindiği üzere Ellen Degeneres ve Portia de Rossi ikilisi Kaliforniya eyaletinde eşcinsel evliliğin yasallaştırılması üzerine geçen sene evlenmişlerdi.

Jennifer Aniston oyların %22 sini alırken Brad ve Angelina çifti, sadece %18 ini almış.

Amerika'nın ünlü talk show sunucusu Oprah Winfrey’ın oy oranı ise %8 de kalmış.

AOL tarafından yapılan anket sonuçları için tıklayınız.

15 gün ne yaptım?

the_ant_bully

Şehir dışındaydım, kız kardeşimi ziyarete gittim ve 15 gün boyunca 2,5 yaşındaki yeğenim ve kardeşimle harika vakit geçirdim.

Spor yapamadım, yediklerime de dikkat edemedim ve sonuç olarak 1,5 ay sporda ne kaybettiysem 15 günde geri aldım. Ama pişman değilim :)

Yeğenimi günde 2 kere parka götürdüm ve çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu bir kere daha anladım.

Çocuklara sözünüzü nasıl dinletirsiniz? Bu soruyu soruyorum çünkü ne yaparsam yapayım, ne kadar mantıklı açıklamalarda bulunursam bulunayım sevgili yeğenimin parkta gördüğü zavallı karıncaları ezmesine engel olamadım.

Parka ilk gittiğimizde neredeyse hiç sorun yaşamadık, yeğenim oradaki çocuklarla beraber oynadı. Kaydıraktan kaydı, kum kazdı, oyuncak kamyonlara doldurup boşalttı. Arada arkadaşlarıyla oyuncakları paylaşamamaktan çıkan ufak sorunlar olmadı değil ancak sırayla oynamalarını söyleyerek çözdüm sıkıntıyı.

Ama parka 2. gidişimizde çocuklardan biri yeğenime büyük bir karınca yuvası gösterdi. Ve işte o zaman sorunumuz başladı. Yeğenim, dakikalarca karıncaların hummalı şekilde çalışmaları seyretti, çekirdek kabukları, yaprak v.s. gibi şeyleri çeneleriyle taşımaları onu büyülemiş gibiydi. Ama sonra ne olduysa oldu ve ayağını kaldırıp onları ezmeye başladı. Hemen müdahale ettim. Onların canlı olduğunu, ezerek öldürmemesi gerektiğini güzel bir dille ifade ettim. Neyse ki durdu ve dikkatini tahterevalliye binen çocuklar çekince onların yanına gitti ve onlara katıldı.

Ben tam yeğenim karınca öldürme arzusunu yok ettiğimi düşünürken tahterevalliden sıkılan yeğenim az önce bir yığın karıncayı ezdiği yuvanın başına gitti, çömelerek onları seyretmeye başladı, ben de onların toprağın altında kazdıkları tünellerde yaşadıklarından bahsettim. Bir kaç dakika sonra benim yeğenim mini bir “hulk”a dönüştü, karıncaları ezmek için ayağını kaldırdı, ben aman dur yapma diyene kadar bir kaç karınca ezilmişti bile. Bu sefer duygusal bir yaklaşım sergileyip, onların bir ailesi olduğunu, çolukları çocukları, anneleri babaları olduğunu ve eğer onları ezerse ailelerinin çok üzüleceğini söyledim. Ne yazık ki, bu duygusal yaklaşımda işe yaramadı.

Sözümü dinler gibi gözüküp, fırsatını bulur bulmaz karınca soykırımı yapmaya gidiyordu. Ne yapacağımı şaşırdım.

Sonra dikkatini başka şeylere çekerek karınca ezmesine engel olmak istedim,ve onu salıncağa götürdüm. Salıncakta sallanırken, parktaki çocuklar hadi çeşmeye gidip su içelim deyince bu seferde sevgili yeğenim de çeşmeye gitmek istedi.Ben de başıma gelecekleri bilmeden onun çocuklarla çeşmeye gitmesine izin verdim. Ama buna pişman oldum, çünkü onu çeşmenin başından alamadım. Ellerini yıkadıktan sonra, ıslak ellerini kum havuzuna batırıyor, sonra bana gelip ellerim pis oldu diyerek, poposunu sallaya sallaya çeşmeye koşuyor, ellerini yıkayıp dönüyor ve yeniden ellerini kuma daldırıyordu. Tabii bu arada üstü başı da sırılsıklam oldu. Ne dediysem ne yaptıysam onu çeşmeden alamadım. Üstelik sinirlenmeye başlamıştım ve sonunda sesimi yükseltmek zorunda kaldım. Bu seferde ağlamaya başladı. Oyuncaklarını nasıl topladım onu nasıl eve götürdüm bilmiyorum. Çok sinir bozucu bir deneyimdi.Çocuk sahibi olmadığıma şükrettiğim bir andı.

Sahi, çocuklara sözünüzü nasıl dinletirsiniz?

28 Nisan 2009

Yemek Yapmayı Öğreniyorum

Yemek yapmayı pek bilmem, ama vejetaryen olunca ve menümden kırmızı ve beyaz etleri çıkarınca sağlıklı beslenebilmem için yemek yapmayı öğrenmem farz oldu. Cumartesi günü protein açısından zengin besleyici bir yemek tarifi buldum internetten ve tarifini burada paylaşmak istedim.

Yemeğimizin adı Fırında Mantarlı Patates Püresi

Malzemeler

  • 15 tane mantar
  • 1 adet orta boy kuru soğan
  • 1 çay kaşığı tuz ve karabiber
  • 6 adet orta boy patates
  • Yarım su bardağı rendelenmiş kaşar
  • 2 yumurta
  • 1 yemek kaşığı un

Tarif

6 tane patatesin kabuğunu soyarak haşlıyorsunuz. Haşladıktan sonra onları ezip püre haline getiriyorsunuz. 

Küçük küçük doğradığınız soğanları sıvıyağda kavuruyorsunuz.  Üzerine, ince doğranmış mantarları ekleyip, 4-5 dakika daha kavuruyorsunuz. Tuzunu, karabiberini ekip biraz  karıştırdıktan sonra karışımı ateşten alıyorsunuz.

Patates püresine, unu, yumurtayı ve kaşar peynirini ekleyip iyice karıştırıyorsunuz .(Patates püresine de biraz tuz eklemenizi öneririm. Ben yaptığımda koymamıştım biraz tuzsuz oldu.)

Isıya dayanıklı bir cam tepsiye önce mantarlı harcı yayıyorsunuz. Üzerini patatesli harçla kapatıp 175 dereceye ayarlanmış fırında 20-25 dakika pişirip servis yapıyorsunuz.

Ben internetteki  tarifte yazmadığı halde, pişmeden biraz önce pürenin üzerine de biraz kaşar peyniri rendesi koydum.

Harika bir yemek oldu.

mantarlıpüre

27 Nisan 2009

Asansör

finalword01

Gittiğim spor salonu bir binanın 11. katında. Her ne kadar asansör kullanmama kararı almış olsam da 11 kat çıkmayı göze alamadığımdan asansöre binmek zorunda kalıyorum.

Bugün de asansöre binmek için asansör çağrı düğmesine bastım, asansörün bulunduğum kata gelmesini beklerken bir beyefendi geldi, bana baktı ve asansörü çağırıp çağırmadığımı sordu, ben de onayladım. Adam, sanırım söylediklerimi inandırıcı bulmadı ya da benim asansörün düğmesine basabilecek kabiliyet ve/veya güçte olmadığıma kanaat getirdi ki bir daha düğmeye bastı. Gülümsedim.

Biz beyefendiyle beklerken asansörün çıkmış olduğu 11. kattan inmesini, bir grup geldi, takım elbiseler içinde ciddi görünüşlü bir grup adamdı gelenler. Yeni gelen gruptan biri, asansör çağrı düğmesine bir kere daha bastı. Asansörün kapısında bekleyen 2 kişinin bunu yapmayı akıllarına getirmemiş olduğunu düşünmüş olmalı diye geçirdim içimden.Gene gülümsedim.

Bu arada asansör gelmek bilmiyordu, asansör bekleme sırasına ilk katılan beyefendi, hışımla arka arkaya düğmeye bastı, sanırım bu şekilde basınca asansörün acele edeceğini düşünüyordu. Nedense, asansör bu kuraldan habersiz, usul usul inmeye devam etti. Gülümsedim.

Bugün spora gülümseyerek başladım.

23 Nisan 2009

Sigara içmek sağlığa zararlıdır.

Hava yağmurlu, pencereler inci tanesi gibi yağmur damlalarıyla süslenmiş. Deniz hırçın.


Ne zamandır elime fotoğraf makinemi almamıştım, dün gece sıkıntıdan ne yapacağımı düşünürken, izmarit dolu kül tablam ve boş sigara paketimle makro çalışmalar yaptım. Anlamadığım nedenle izmaritleri net, arka planda duran boş sigara paketini ise bulanık yapmayı beceremedim. Her türlü çabam boşa gitti ve en sonunda makinemin arzusuna boyun eğerek, izmaritler bulanık, paket net olacak şekilde bir fotoğraf çektim.


Umarım, bundan sonraki denemelerimde istediğim nesneyi net yapmayı becerebilirim.

20 Nisan 2009

Tanrı’yla sohbet

michelangelo

Yapmayı en sevdiğim sohbet O’nunla olan. Beni, olduğum gibi bildiği için… O’nun karşısında ne saklayabilirim ki?

Ne hissettiğimi sözlere dökmeden-ki zaten bazı hislerim sözlerle ifade edilemiyor- anlayabilecek tek O. Tek taraflı bir sohbet bu elbette, bir monolog.

Gerçi düşünmeden edemiyorum, insanlarla konuşurken de kendimizi zaman zaman bir monoloğun içinde bulmuyor muyuz?Üstelik, diğer kişilere söylediğimiz her söz, her cümle, onlar tarafından bizim ağzımızdan çıktığı gibi anlaşılmıyor. Anlaşılamaz da zaten. Her kelime, benim ağzımdan çıkarken benim dünyamın renklerine boyanıyor, dinleyen ise onu kendi dünyasının renkleri içinde algılıyor. Bunca yanlış anlaşılmanın, anlamanın sebebi de bu değil mi?

18 Nisan 2009

Bizdeki eksiklik

Neden ruh hallerimiz hep dış etkenlere bağlı? Mutluluğumuz, huzurumuz neden sahip olduklarımız ve/veya olamadıklarımızla doğrudan ilişkili.

Neden hayata karşı duruşumuzu sabit tutamıyoruz? Gelen hoş geldi, gidene eyvallah demek,ben gelenle artmadım gidenle eksilmedim demek bu kadar zor mu?

Beklentilerimiz var, hayattan, eşten, sevgiliden, çoluktan çocuktan, patrondan… Bu beklentilerin gerçekleşme oranı eğer mutluluk oranımızı etkiliyorsa, işte o zaman bizde bir eksiklik var diyorum ben.

Affediyorum kendimi

Message_in_a_bottle Beni inciten insanları düşünüyorum, beni yaralayan, hırpalayan. Nefret ettiğim insanları geçiriyorum gözümün önünden. Yüzlerine dokunuyorum, seslerini duyuyorum.

İçimi nasıl da acıtıyorlar. Boynumda, ölü bir hayvan gibi taşıyorum onları. Her geçen gün ağırlaşıyor taşımak. Kendime bu eziyeti niye yapıyorum?

Neden eski acılar, kırgınlıklar benimle? Affetmek istiyorum hepsini, kendimi affetmek.

Şişelere koyuyorum resimlerini. Bu yeşil şişeye, çok sevdiğim ama beni feci şekilde inciten arkadaşımın resmini koyuyorum, şu siyah şişeye, kendime güvenimi, saygımı yitirmeme sebep olan, sesini bile duyduğumda irkildiğim adamın resmini. Sırayla, sabırla şişelere koyuyorum tüm kırgınlıklarımı. Sonra, hepsini yakamozlarla süslenmiş dalgalara bırakıyorum. Dalgalara kapılan şişeler, ahenkle yüzüyor, bir inip bir kalkıyorlar dalgalarla. Gözden uzaklaşmalarını seyrediyorum hayalimde. Ayaklarımda tuzlu, şefkatli dalgaları hissediyorum, parmaklarımı yalıyorlar ılık ılık.

Ne varsa içimde, kötü olan, affedilmez olan, kırgın olan hepsini dalgalara bırakıyorum. Rahatlıyorum.

Yüklerinden kurtulmuş bir balon gibi göğe yükseliyorum. Nefes alıyorum, beni aşağı çeken ne varsa kurtulmuş olmanın özgürlüğü içinde. Nefes veriyorum.

Nefes alıyorum…Affediyorum herkesi, kendimi. Nefes veriyorum….

15 Nisan 2009

Smile …Just for yourself

life

Bedtime stories başlıklı internet güncesini okuyordum sabah saat 8:30 civarında, 3-4 saat uyumuştum iç hesaplaşmalarla geçen bir gece geçirmiştim, sinirliydim, kendimle yaptığım mücadeleler beni yorgun düşürmüştü. Sayfada gezerken, bahsettiğim internet güncesinin yazarı olan Rigor Mortis’in “twitter”sayfasında yazdığı cümle dikkatimi çekti. “Gülümse,erkekler pozitif kızları sever :D”

Mutfağa gittim okuduktan sonra cümleyi, pencereden baktım puslu, kapalı bir hava vardı dışarıda. Gökyüzüyle aynı rengi taşıyan deniz sakin sakin, kayalıklara çarpıyordu.

Gülümsedim.

Gülümsedim çünkü yaşıyordum, nefes alıyordum, muhteşem manzaralı bir evde oturuyordum, bundan da öte o muhteşem manzarayı görebiliyor, görmekten de öte tadını alabiliyordum, koklayabiliyordum.

Bundan daha muhteşem ne olabilirdi? “Yaşıyorum” diye geçirdim içimden. İçim, tarif edemeyeceğim bir duyguyla doldu.

Nefes aldım, göğüs kafesimin şişmesini hayranlıkla seyrettim. Aldığım nefesi, müthiş bir tatminle,verdim.

Yaşıyorum

Gülümsedim, bir erkek için değil, arkadaşım,sevgilim, ailem için değil, var olduğum için, varlığımın kutsallığını tüm hücrelerimde hissedebildiğim için. Gülümsedim, sadece kendim için.

Not: Başlık içimden İngilizce yazmak geldiği için İngilizce. Bazen, kelimeler ağzımdan İngilizce çıkıyor, bazen İngilizce düşünüyorum hatta rüyalarım bile İngilizce oluyor.

13 Nisan 2009

Çikolatakoliklere Müjde!

chocoholic

Bilim adamları, çikolatakoliklerin sıfır kaloriyle çikolatanın tüm zevklerini tadabilecekleri Le Whif olarak adlandırdıkları yeni bir sprey keşfettiler.

Bu devrim niteliğindeki alet, çikolata sevenlerin, kilo almadan, suçluluk duymadan çikolata hazzı yaşamalarını sağlıyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Çikolatayı -sigara içer gibi- içinize çekiyorsunuz yemiyorsunuz.

Harvard’lı profesör David Edwards tarafından icat edilen Le Whif dört farklı aromaya sahip: Ahududu, Nane, Mango ve sade.

Bu profesöre ilham veren şey ise sıradan yemek yeme adetlerimizin ötesine geçecek bir yol düşünmekmiş. Bu aletle , yemek yeme şeklimizi, yiyeceği çiğneyerek yutmak yerine içimize çekmek gibi sıra dışı bir biçime dönüştürüyor.

Devrim yaratacak alet:Le Whif

Aletin çalışma mantığı şu: Kullanıcıların içine çektiği çikolata aromalı toz, küçük plastik bir silindirde yer alıyor. Üstelik bu tozlar akciğere gitmeyecek kadar büyük, ayrıca özel bir ağızlık tasarlanmış. Tozu içinize çektiğinizde, ağzınız enfes çikolata tadıyla doluyor. Ayrıca, sıfır kalori ve diyet menümüzün olmazsa olmazları arasında yer alacağı kesin.

Üstelik çikolata sadece başlangıç, gelecekte daha farklı besinlerin de sprey şeklinde satıldığını görebiliriz. Kim bilir, belki bir gün, 3 öğün yemeğimizi bu sıfır kalori spreylerden sağlarız. Muhteşem olmaz mı?

Bu harika ürün 29 Nisan’da satışa sunuluyor,her bir kartuşun maliyeti 1.50£ olacak ve defalarca kullanılabilecek.

Türkiye’de satışa sunulmasını dört gözle bekliyorum:)

Kaynak: Telegraph.co.uk

12 Nisan 2009

Vejetaryen olmak

07-metamorphosis3

Et ağırlıklı beslenen birisiyim, sebze yemekleri, çeşitli çorbalar bile bizde etsiz pişirilmez.Ancak, bir süredir, et yemekten vazgeçmeyi düşünüyordum. Başlıca sebebi de hayvanların çiftliklerde her tür haklarından mahrum bir şekilde beslenerek tuhaf makinelerle kesilmeleriydi. Nasıl başlayacağımı bilmezken, dün akşam yediğim et yemeğinin midemi berbat etmesiyle bugünden itibaren et yemeyi bırakmaya karar verdim.

İşsiz kaldıktan sonra, kendimle baş başa kalabileceğim çok boş zamanım oldu ve şu anda kendimi koza içinde bir tırtıl gibi hissediyorum. İçimde bir şeyler değişiyor, ben değişiyorum bir tür “metamorphosis” aşamasındayım.

Yiyip içtiklerim, vücudumun, hücrelerimin içine girip bir tür inşaat malzemesi gibi beni her gün yeniden oluşturduğuna göre hücrelerimin de bu “metamorphosis” aşamasında değişmesi kaçınılmaz. Üstelik spora başlayarak ilk adımı attığıma göre bundan sonra vejetaryen olarak, hücrelerimin ölü hayvanlardan aldığım yapı taşlarıyla inşa edilmesini engelleyebilir ve hayatımın bu evresinde hem bedensel hem de ruhsal olarak yenilenmiş, başkalaşmış biri olmayı başarabilirim.

Vejetaryen biri olarak, dengeli nasıl besleneceğimi, vücudumun ihtiyaç duyduğu temel besin maddelerini nasıl alacağımı bilmiyorum. Ama bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp değil mi?

Bir de sigarayı bırakabilsem…

Bu arada muhteşem bir şarkı keşfettim. Dinlerken, tüm varlığınızla hissedebildiğiniz, sizi çok farklı ruhsal bir yolculuğa çıkaran bir şarkı. Şu anda dinlerken, kalp atışlarımın bile müziğin ritmine uyduğunu, kanımın damarlarımda usulca aktığını hissedebiliyorum.

10 Nisan 2009

Hayal Kırıklığı

brokenglassfj1

1 aylık spor faaliyetlerim sonunda,haftanın 3 günü 2,5-3 saat arası spor yaptım-hiç kilo vermemişim. Canım sıkıldı tabii, ama yılmak yok yola devam. Daha ağır bir program istedim, eve sürünerek dönmek zorunda kalsam bile pestilim çıkana kadar spor yapacağım. Çok hırslandım çok.

Bugün ilk defa yoga dersine katıldım. Bazı hareketler zor geldi, yapamadım ama eğlenceli buldum.

Kendime notlar:

  • İçilen hazır kahve miktarı acilen azaltılacak.
  • Asansöre binilmeyecek merdiven kullanılacak.
  • Düzgün beslenilecek.
  • Bol bol su içilecek.
  • Sigara bırakılacak.
  • Sabahları erken kalkılıp geceleri erken yatılacak.

9 Nisan 2009

Yorgun ve Yalnız

Her yerim ağrıyor. Neredeyse bir ay oldu başlayalı spor yapmaya, ama hala vücudum alışamadı. Her yerim ağrıyor, yürüyemiyorum bile. Üstelik yarın da gideceğim. Bir de konferans var. Akşam da ilk defa yoga dersine katılacağım. Bu kadar işi bu yorgun vücut nasıl başaracak ben de bilmiyorum.

Akşam akşam, canım da sıkıldı. Nedense yalnız hissettim kendimi. Yalnızım zaten ama yalnızlığımı hissetmemek için elimden geleni yapıyorum. Meşgul etmeye çalışıyorum kendimi düşünmemek için. Kaçış yolum bu benim gerçeklerden.

Belki de lanet olası duygusal şarkıları dinlemekten kaçınmalıyım.

Veya televizyon karşısına geçip anlamsız televizyon programları arasında gezinmeliyim.

Yoksa,masamın üzerinde duran cd yığını arasından bir film seçip seyretmeli miyim?

Ne yaparsam yapayım, bu yapış yapış yalnızlık duygusu gelip sokulacak bana biliyorum. Yaptığım onu görmezden gelmeye çalışmak sadece.

little girlGece korkunca kafasını yorganın altına sokup korkularından saklanan küçük bir çocuğa benziyorum ben. Yataktan çıkıp, lambayı açmaya ne gücüm ne de cesaretim var.

8 Nisan 2009

Do you speak English?

Bir dil bir insan… Ondan da öte aslında.  Yabancı dil bilmek bir çok kapıyı açıyor bize.  İnternet üzerinden yabancı dil eğitimi veren bir çok site olsa da çoğunluğu ücrete tabi. Ama size İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca ve daha bir çok dili öğrenebileceğiniz, bu dilleri öğrenen diğer kişilerle rahatlıkla iletişim kurabileceğiniz ,üstelik tamamen bedava bir site önersem ne dersiniz?

Sitenin adı LiveMocha .  Siteye girdiğinizde aşağıdaki sayfa ile karşılaşacaksınız.

livemocha1

Bu sayfada

1. “I speak” radyo düğmesinden konuştuğunuz dili

2. “I am learning radyo düğmesinden öğreneceğiniz dili

seçtikten sonra “Get Started”düğmesine tıklayın.

Yeni bir ekran çıkacak karşınıza. Bu sayfada

  1.  Username: Kullanıcı adı. (diğer kullanıcılara bu ad gösteriliyor)
  2. E-mail adress:E-posta adresiniz.(Bu adres siteye girerken kullanacağınız adres.Geçerli bir adres olmalı)
  3. Confirm E-mail: E-posta adresinizi bir kere daha yazıyorsunuz.
  4. Password: Şifre
  5. Confirm Password: Şifrenizi yeniden yazın.
  6. I am From: hangi ülkeden olduğunuzu seçiyorsunuz.
  7. I speak: Hangi dili konuştuğunuzu belirtiyorsunuz.  Hemen yandaki düğmeden seviyenizi seçiyorsunuz. Beginner-Başlangıç Düzeyi, Intermediate- Orta seviye, Advanced-İleri Düzey,Fluent-Akıcı, Native-Ana dil. İsterseniz “+Add another language” seçeneği ile başka dilde ekleyebilirsiniz.
  8. I am learning: Öğrenmek istediğiniz dili bu radyo düğmesinden seçiyorsunuz. 7. maddede olduğu gibi dil seviyenizi de belirtiyorsunuz. “+Add another language” seçeneği ile başka dilde ekleyebilirsiniz.
  9. “ Register” düğmesine basarak kayıt oluyorsunuz.

“Welcome to Livemocha” başlıklı sayfaya geldiniz. Bu sayfada 2. maddede belirtilen e-posta adresinize bir aktivasyon e-postası gönderildiği, oradaki linke tıklayarak üyeliğinizi onaylayacağınız ve e-posta adresinizi teyit edeceğiniz söyleniyor. Eğer 10 dakika içinde bir e-posta almazsanız “Spam” veya “Junk” kutunuzu kontrol etmeniz isteniyor.

E-posta kutunuza gelen bağlantıya tıkladığınızda yen bir pencere açılacak.Bu sayfada profilinizi oluşturuyorsunuz. İsterseniz “Continue” düğmesinin hemen yanında yer alan “Skip this step” bağlantısına tıklayarak bu aşamayı geçebilirsiniz. Geçmek istemeyenler için adımlar:

  1. Name: burada kullanıcı adınız gözükecek. Mesela “Morcennet”
  2. Brief introduction: (please limit to 1024 characters) kısmına kendinizle ilgili kısa bilgiler yazabilirsiniz. 1024 karakter kısıtlaması var
  3. Gender: Bölümünde cinsiyetinizi belirtebilir veya “unspecified” diyerek boş bırakabilirsiniz.
  4. Upload a Profile Image (max file size is 12MB - GIF, JPG or PNG): İsterseniz 12 mb boyutunu geçmeyen GIF,JPG veya PNG uzantılı profil resminizi bilgisayarınızdan yükleyebilirsiniz.
  5. “Continue” deyin.

Continue dediğinizde karşınıza “Let Livemocha Help You Find Language Partners” başlıklı bir sayfa çıkacak. İsterseniz,“Skip this step” bağlantısına tıklayarak bu aşamayı geçebilirsiniz.  Geçmek istemeyenler için:

I am learning for (check all that apply):  Ne için yabancı dil öğrendiğinizi belirtiyorsunuz. Birden fazla seçenek işaretleyebilirsiniz. Seçenekler şunlar: Fun-Eğlence; Travel-Seyahat; Work-İş; Emigration-Göç;Academic Improvement- Akademik Çalışma; Test Preparation- Sınava hazırlık; Culture Sharing-Kültürel Paylaşım; Friendship-arkadaşlık;Relation-İlişki;Other-Diğer

Livemocha , hangi dilleri öğrendiğinize, bildiğinize bakarak ve bu sayfadaki tercihlerinizle uyuşacak, size dil öğrenmenizde yardımcı olabilecek kişileri tavsiye edeceğinden aslında bu aşama önemli. Ama “Skip this step”  diyerek bu sayfayı geçebilirsiniz de.

Neden yabancı dil öğrendiğinizi işaretlediyseniz “Find Language Partners” düğmesine basın.

Add your suggested Language Partners as Friends” başlıklı sayfa açılmış olmalı. Bu sayfada bir çok kişinin fotoğrafını göreceksiniz. Fotoğrafların üzerine imleci getirdiğinizde kişilerin kullanıcı adlarını, ne için yabancı dil öğrendiklerini,  hangi dilleri konuştuklarını görebilirsiniz.

Kişilerin resimlerinin hemen yanlarında “Add friend (arkadaş olarak ekle)”, “Send Message ( Mesaj gönder")”, “Chat(sohbet et)” seçenekleri yer alıyor. Size uygun gelen, dil öğrenmenizde yardımcı olabilecek, sizinle aynı motivasyonlara sahip kişileri arkadaş listenize ekleyebilir, onlara mesaj atabilirsiniz.

Birisini arkadaş olarak eklemek istediğinizde sayfanızda küçük bir kutucuk açılıyor, bu küçük kutucuğa isterseniz o kişiye bir mesaj yazdıktan(kendinizi tanıtabilir, neden o kişiyi arkadaş listenize eklemek istediğinizi belirtebilirsiniz)  sonra “add as friend” düğmesine tıklayın. Tıkladıktan sonra arkadaşlık isteğiniz karşı tarafa iletiliyor ve kutucuk otomatik olarak kapanıyor.

Arkadaş listenizdeki kişiler, dil öğrenirken size çok yardımcı olacak. Bu sitedeki her dersin sonunda öğrendiğiniz konuyla ilgili yazılı, sözlü ödevler oluyor. Bu ödevleri, arkadaşlarınızın kontrol etmesini isteyebiliyorsunuz. Yanlışlarınızı düzeltiyorlar, tavsiyelerde bulunuyorlar. İsterseniz onlarla sohbet de edebiliyorsunuz.

Son aşamaya geldik. Şu anda “Invite Friends” başlıklı bir sayfadasınız. Burada, bu siteden haberdar etmek istediğiniz arkadaşlarınız varsa, onların e-posta adreslerini virgüllerle ayırarak “E-mail” kutucuğuna yazıyorsunuz, alttaki “preview mesaj” kısmında siteyi tanıtan ifadeler var, bunları değiştirerek kendi mesajınızı yazabilirsiniz. 512 karakter kısıtlaması olduğunu unutmayın. “Send invite” düğmesine basarak arkadaşlarınızı davet ediyorsunuz.Diğer sayfalarda olduğu gibi “Skip this step”  diyerek bu sayfayı geçebilirsiniz.

Bundan sonraki sayfa tanıtım amaçlı, skip this step dediğimizde üyeliğimiz tamamlanmış oluyor.

Karşınıza aşağıdaki sayfa çıkacak. Resim üzerinde açıklamalar yaptım. İyi eğlenceler….

livemocha2

 

Bağlantılar: Livemocha

7 Nisan 2009

Neden Mutsuzuz?

mutsuzluk

Hayatımızda eksik olan şey ne? Nedir bizi tatminsizlik kulvarında hiç bitmeyecek bir yarışa sokan? Neden sahip olduklarımızla yetinmiyoruz? Neden bir şeye sahip olduktan sonra yenisinin peşinden koşuyoruz? Neden mutluluğu sadece bir şeylere-ev,araba, para,eş çocuk,kariyer,v.s.- sahip olmayla bağdaştırıp bunlara sahip olamadığımız zaman eksik, mutsuz hissediyoruz? Neden yedi gün yirmi dört saat hayatımızda bir şeylerin eksik olduğu düşüncesiyle boğuşup duruyoruz?

Bir defasında, bir arkadaşıma bugün sebepsiz yere kendimi mutlu hissediyorum dediğimde, mutlu olmak için bir sebebe mi ihtiyacın var demişti.

Mutlu olmak için bir sebebe ihtiyacım olmamalı. “Varım öyleyse mutluyum” diyebilmeliyim belki de.

Neden spor yapıyorum?

İşsiz kaldıktan sonra, eve kapanmıştım, sigara almak dışında dışarı çıktığım yoktu, yürümüyordum bile. Sonra düşündüm, şu anda yürüyebilecek gücüm var, çok şükür ayaklarım,dizlerim sağlam. Bir gün gelecek-ki gelirse tabii- yaşlanacağım, değil yürümek yerimden kalkmak bile zor gelecek. Öyleyse gücüm kuvvetim yerindeyken, vücudumdaki her bir kas görevini yerine getirebilecek durumdayken, neden kaslarımı kullanmayım? Neden sınırlarımı zorlayarak daha sağlıklı, daha zayıf, daha güzel bir vücuda sahip olmayım?

Yeni insanlarla tanışmak için de bir fırsat olur diye düşündüm. Her insan farklı bir hikayeye sahip ben de hikayeleri severim.

Böylece spor yapmaya başladım, iyi ki başlamışım diyorum şu anda. Spor yapınca, temizlendiğimi hissediyorum, yenileniyorum.

Yeni insanlarla da tanışmaya başladım. Gerçi spor salonuna gelen kişilerin çoğunun başkalarıyla konuşmaktan, göz göze gelmekten hatta selam vermekten bile kaçındığını söyleyebilirim. Spor salonunun kapısından içeri girip kimseyle ilgilenmiyorlar. İlk gittiğimde ben de biraz çekingen davrandım, ama şimdi salonda gördüğüm kişilere gülümsemeye gayret ediyor, onlarla sohbet etmeye çalışıyorum.

yogaYoga dersi de veriyorlarmış gittiğim salonda. Ona da katılmayı planlıyorum. Gerçi bir odun ne kadar esnekse ben de o kadar esneğim, yoga hareketlerini yapamam herhalde başlangıçta. Ama yine de deneyeceğim.

Tabii, işin bir de felsefi yönü var. Onu da incelemem, öğrenmem gerek. Aksi takdirde, yoga yarım kalır.

Peki ya siz? Spor yapıyor musunuz? Hiç yoga yaptınız mı?

 

 

 

 

 

3 Nisan 2009

Demi Moore, Twitter ile olası bir intiharı önledi…

demi_moore_300x400 Olaylar Sandieguy adlı twitter kullanıcısının Demi Moore’a twitter’da “@mrskutcher getting a knife, a big one that is sharp. Going to cut my arm down the whole arm so it doesn't waste time”( @mrskutcher ,bir bıçak alıyorum,keskin olan büyük bir tane. Kolumu boydan boya keseceğim böylece vakit almayacak.) mesajını geçmesiyle başladı.

Demi Moore’un cevabı : “Hope you are joking” (Umarım şaka yapıyorsundur) ve “Everyone I was very torn about responding or retweeting that woman's post but felt uncomfortable just letting it go” ( Bu bayanın mesajına karşılık vermek veya cevap yazmak konusunda ne yapacağımı şaşırdım ama mesaja boş vermek beni rahatsız etti.) Demi Moore’un, intihar edeceği iddiasında bulunan kadın hakkındaki yazısını görenler, polisi arayacaklarına dair mesajlar göndermeye başladılar.

San Jose Emniyet Şubesine bu kadınla ilgili Cuma günü saat 3:00 den itibaren bir çok yerden telefon çağrısı yapıldı.

Harekete geçen polisler,kimliği belirsiz kadının yerini tespit ederek, kadının kendine zarar vermediğini belirttiler ve kadının müşahede altına alındığını bildirdiler.

İyi haber, Twitter’da anında yayıldı ve Demi Moore " şu şekilde teşekkür etti: “Thanks everyone for reaching out to the San Jose PD i am told they are aware and no need to call anymore. I do not know this woman....”( San Jose emniyet şubesine ulaşan herkese teşekkür ederim. Bana olaydan haberdar olduklarını ve artık çağrı yapılmasına gerek olmadığını bildirdiler. Bu bayanı tanımıyorum…)

Ayrıca,ilerleyen dakikalarda Demi Moore bir başka yazı yolladı: “What is meant to be will be we all have our own path to walk. I am inspired by the enormous response of humanity here and thank you.”( Hepimizin yürümek için ayrı yolumuz olduğu anlamı çıkıyor. Burada verilen müthiş insani tepki bana ilham verdi, teşekkür ederim.)*

*Çeviriler tam anlamı vermeyebilir, kusuruma bakmayın.

Bağlantılar:

Haberin orijinali için MSNBC

Demi Moore Twitter Hesabı

31 Mart 2009

Neden yalan söyleriz?

yalan

“Yalan söylemem” diyen varsa yalan söylüyordur. Paradoksal bir cümle oldu farkındayım. Peki ama neden yalan söyleriz? Hangimiz, arkadaşımızın saç modelini veya rengini beğenmediği halde “Aaaa,harika olmuş, çok yakışmış” demedik? Hangimiz, çocukken okula gitmek istemediğimizde “Anne, hastayım, midem bulanıyor”diyerek okuldan kaçmadık?

Peki, ama neden yalan söylüyoruz? Kendimizi korumak için mi? Kendimizi korumak için neden böyle bir savunma mekanizması geliştirdik ki. Üstelik söylediğimiz yalanlar bizi zaman zaman zor duruma düşürdüğü halde.

Bir çok hayvanın, korunmak amacıyla, avcıları veya diğer hayvanları şaşırtmak için aldatmaca yaptıkları biliniyor. Ölü taklidi yaparak hayatını kurtaran fareler, yavrularını yırtıcı kuşlardan korumak için kanadı kırık taklidi yaparak dikkati üzerine çeken yağmurcun gibi kuşlar türlerinin devamını aldatarak sağlıyorlar. Ancak, sadece insanlar hem kendilerini hem de başkalarını kandırmaya çalışıyorlar.

Yalan, kendimize duyduğumuz öz saygı ile bağlantılı, ne zaman kendimizi tehdit altında hissetsek yalana sarılıyoruz. Bir süre sonra bu öyle bir alışkanlık haline geliyor ki, dostça yapılan bir telefon konuşmasında bile “Ne yapıyorsun?” sorusuna o esnada bir film seyrediyor, internette geziniyor, kitap okuyor, veya çok uçuk bir şey yapıyor olsak bile( bunların ne olduğunu sizin hayal gücünüze bırakıyorum) “Hiç” diye cevap verebiliyoruz.

Tabii, bir de diğer insanların bizi nasıl algıladıkları hususunda kafamızı bozmuş olduğumuz gerçeği var. Dış dünyaya gösterdiğimiz yüzümüzün, toplumca kabul edilebilir, toplumca belirlenmiş kriterlere göre normal, mükemmel olması işine kendimizi öylesine adamışız ki, kimi zaman gerçekle kurguyu ayırt edemiyor ve bir(veya binlerce) yalanın içinde hapsoluyoruz.

Diğer insanları etkilemek için uğraşmak yerine, onların sevecekleri kişi olarak gözükebilmek için uğraşıyoruz. Kabul görür olmak, etrafımızdakileri, anlaşmazlık ve ya fikir uyuşmazlığı nedeniyle yaralamak, gocundurmak istemiyoruz.

Bir süre sonra, yalan söylemek bir refleks haline geliyor ve farkında olmadan ağzımızdan yalanlar dökülüyor.

Bununla ilgili olarak yapılan bir deneyde* birbirini tanımayan iki kişi bir odaya konuyor. Onlar kendi aralarında sohbet ederken konuşmaları da kaydediliyor.

Sonra, ayrı ayrı bu kişilerden konuşmalarının kayıtlarını seyrederek, konuşmalar esnasında, tümüyle doğru olmayan bir şey söyleyip söylemediklerini teşhis etmeleri isteniyor.

Neyin yalan olduğunu tanımlamaktan ve “yalan” kelimesindeki ahlaki vurgudan kaçınmak için özellikle bu kelimeyi kullanmayıp onun yerine deneklere konuşmalarında “tümüyle doğru olmayan” ifadeleri tanımlamaları isteniyor.

İlkin, her iki denek de “söylediklerim tümüyle doğruydu” diyor. Ancak, konuşmaların kayıtlarını seyrettikten sonra denekler, söyledikleri bazı şeylerin gerçek dışı olduğunu gördüklerinde hakikaten şaşırıyorlar. Bu yalanlar, sevmedikleri birini seviyormuş gözükmekten bir Rock grubunun yıldızı olduklarını iddia etmeye kadar çeşitlilik sergiliyor.

Bu çalışma, deneklerden yüzde altmışının 10 dakikalık sohbet esnasında en azından bir kere yalan söylediğini ortaya koyuyor.

Kadınlar mı erkekler mi daha çok yalan söyler?

Sanılanın aksine, erkekler kadınlardan daha fazla yalan söylemiyor, ama kendilerini daha iyi göstermek için yalan söylemeye meyilliler, öte yandan kadınlar başka kişilerin kendilerini daha iyi hissetmeleri için yalan söylemeye eğilimliler.

*Robert Feldman "Deflecting threat to one's image: Dissembling personal information as a self-presentation strategy." Basic and Applied Social Psychology.

E.S.Postumus Dinlerken

cold case Hiç seyrettiniz mi bilmiyorum CNBC-e de yayınlanan "Cold Case" adlı diziyi. Philedelphia Polis Merkezinde çalşan Lily Rush ve ekibinin çözülememiş ve rafa kaldırılmış dava dosyalarını yeniden açarak çözmeye çalışmalarını konu alan bir dizi. Dizinin başlangıç müziğini ilk duyduğumda büyülendim diyebilirim. Ruhunuza hitap ediyor, ritmiyle sizi farklı bir boyuta sürüklüyor.

ES_Unearthed-Cover Bahsettiğim müzik E.S.Posthumus grubuna ait Nara şarkısı. Grubun "Unearthed" adlı ilk albümünde yayınlandı. Bu albümde yer alan tüm şarkıların adları antik şehirlere ait. Nara da Japonya'da tarihi bir şehirmiş...

Linkler:



Güneşi Kıskanan Ay

ay Ay, gündüzleri bütün haşmetiyle çıkan ve kendisini ışıklarıyla görünmez hale getiren, silen Güneşi, kıskanırmış. Güneş'in terzisine gitmiş."Bana da Güneş'e diktiğin gibi bir giysi dik. Ben de onun gibi parlayayım. Işıklarımla onu görünmez hale getireyim" demiş. Terzi, "Mümkün değil" cevabını vermiş.Ve nedenini şöyle açıklamış: “Bir bakıyorum, yusyuvarlak tam Ay'sın. Bir bakıyorum, 3 çeyreksin. Sonra öyle inceliyorsun ki neredeyse yoksun... Ben sana nasıl elbise dikeyim? Öyle çok değişiyorsun ki, öyle çabuk değişiyorsun ki sen gerçekte hangisisin bilemiyorum...”

Biz insanlar da Ay gibi değil miyiz? Şekilden şekile girmiyor muyuz? Su misali aktığımız kabın şeklini almıyor muyuz?

29 Mart 2009

Küresel Isınma: Bir Kıyamet Hikayesi

global-warming Küresel ısınma bir şehir efsanesi, veya kaçık bilim adamlarının yazdığı bir kıyamet senaryosu değil. Dünyamızın, insanlığın ve dünya üzerinde beraber yaşadığımız, hatta yaşamak için muhtaç olduğumuz tüm canlıların bugüne kadar karşılaştıkları en büyük tehlike. Bu tehlikeyi, biz insanlar, kendi ellerimizle oluşturduk ve tehlikenin büyüklüğünü algılamayarak, daha önce yaptığımız gibi dünyanın kaynaklarını sömürüp, atmosfere sera gazları yaymaya devam ettiğimiz takdirde dünyamızın sonunu, kıyameti hazırlıyoruz.

Küresel Isınma Nedir?

Küresel ısınma, insan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya atmosferi ve okyanusların ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışa verilen ortalamaisimdir.

50 yıldır saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır. Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir.

Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.

Şubat 2007 tarihli BM Raporu

kurak

Konu ile ilgili Birleşmiş Milletler raporu, Fransa'nın başkenti Paris'te açıklanmıştır.

Raporda küresel sıcaklık artışının olası etkileri aşağıdaki biçimde özetlenmektedir.

  • +2 derece: Su sıkıntısı başlayacak

Kuzey Amerika'da kum fırtınaları tarımı yok edecek. Deniz seviyeleri yükselecek. Peru'da 10 milyon kişi su sıkıntısı çekecek. Mercan kayalıkları yok olacak. Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30'u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

  • + 5 derece: Denizler 5 m. yükselecek

Deniz seviyesi ortalaması 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları tükenecek.

  • + 6 derece: Göçler başlayacak

Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek.

Olası Çözümler ve Alınabilecek Önlemler

greenenergy

Sera gazı salınımını kontrol edecek günlük hayattaki bazı önlemler şöyle :

  • Standart ampulü, tasarruf ampulü ile değiştirmek, yılda 75 kilogram (kg) karbondioksit tasarrufu sağlıyor.
  • Daha az araba kullanmak. Daha sık yürüyüp, bisiklet kullanmak ve toplu taşıma araçlarından daha çok faydalanmak. Araba kullanılmayan her 2 kilometre için 0,75 kg. karbondioksit tasarruf edilecektir.
  • Otomobillerin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat etmek. Çok tozlu ortamlara yaptığınız yolculuklardan sonra mutlaka filtreler temizlenmeli. Kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açmaktadır.
  • Geri dönüşüme katkıda bulunmak. Evlerden çıkan çöplerin sadece yarısını geri dönüştürerek yılda 1200 kg. karbondioksit tasarrufu sağlanabilir. (ne yazık ki bulunduğum şehirde belediyemizin böyle bir uygulaması yok)
  • Lastikleri kontrol etmek. Düzgün şişirilmemiş lastiklerle litre başına alınan yol yüzde 3 oranında artar. Buradan sağlanacak her 4 litre benzin tasarrufu 10 kg. karbondioksiti atmosferden uzak tutar.
  • Daha az sıcak su kullanmak. Suyu ısıtmak için çok fazla enerji kullanmak gerekiyor. Daha az su tüketen bir duş başlığı ile 175 kg, giysileri soğuk su ya da ılık suda yıkayarak da 250 kg. karbondioksit tasarrufu yapılabilir .
  • Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçınmak. Çöpü yüzde 10 oranında azaltarak 600 kg. karbondioksit tasarrufu yaptırır. (Konsantre ürün kullanımı, ambalaj tüketimini azaltabilir)
  • Su ısıtıcısını ayarlamak. Isıtıcıları kışın 2 derece yukarı, yazın 2 derece aşağı ayarlamak. Bu basit ayarlamayla yılda 1000 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.
  • Elektrikli çaydanlıklar su ısıtmak için çok enerji harcadıklarından, sadece kullanacağınız miktarda suyu ısıtmak.
  • Elektronik cihazları tamamen kapatmak. Evde ortalama 8 saat stand by konumunda bırakılan TV, DVD, müzik seti gibi elektronik cihazlar, yılda 450 kg karbon gazının atmosfere yayılması anlamına gelir.
  • Her yıl en azından bir ağaç dikmek. Bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksit emmektedir. Özellikle ısınmada güneş enerjisi ile çalışan sistemlerin kullanılmak. Bu çok büyük tasarruflar sağlayacaktır.
  • Ormanlarda piknik yapmak yerine daha çok az ağaçlık küçük park ve bahçelerde piknik yapmak, orman yangınlarını engelleyecektir Orman içlerinde yakıcı ve yanıcı maddelerle piknik yapılması engellemek. Orman içlerinde daha çok, önceden hazırlanmış yiyeceklerin tüketilmesine izin vermek.
  • Orman içlerinde yapılan pikniklerde kullanılan ve mercek görevi yaparak ormanların yanmasına neden olan cam kırıklarının toplatılması için gönüllü toplayıcı ekiplerinin oluşturmak. Bu sistem yerel yönetimler tarafından oluşturulabilir.

Linkler:  

Kaynak: Vikipedi

28 Mart 2009

Kuş Gözlemciliği

birdwatching2tu9

Kuş Gözlemciliği kuş avcılığının evrimleşmiş şeklidir, hayvanları öldürerek  avcılık içgüdülerimizi tatmin etmek yerine onları gözlemleyerek, tanıyarak, onların yaşam alanlarını koruyarak , doğaya saygı duymayı, doğaya hayran olmayı öğreten bir etkinliktir.

Kuş gözlemciliği, yabani kuşları doğal yaşam ortamlarında(habitat)gözlemlemeyi ve tanımlamayı temel alan, kimilerinin sadece hobi olarak ilgilendiği, kimilerinin ise (ornitologlar) bilimsel amaçlar için kullandığı bir uğraştır.

Dünyada milyonlarca kişinin ilgilendiği (ABD’de yaklaşık 70 milyon), ülkemizde ise son 15 yılda yaygınlaşan bu uğraşla ilgilenen, yaklaşık 500 amatör veya profesyonel kuş gözlemcisi vardır.

Nasıl Yapılır? - Neler Gerekir?

Kuş Gözlemcisi olmak için bir çift göz ve bir çift kulağa ihtiyacınız var. Dürbünle, kuşlara fazla yaklaşmadan, onları bulundukları ortamda rahatsız etmeden gözleyebilirsiniz. Edineceğiniz bir kuş rehber kitabı ile kuşları tanımlayabilirsiniz.

Nerelerde Yapılır?

Her yerde.Şehirde,bahçede,parkta,deniz kenarında,ormanda,sulak alanlarda, kısacası Kuşların yaşadığı her yerde…

Yer kürede, 11 km kadar yüksekte! ve de 550 m. derinde!

Özel olarak: Önemli Kuş Alanlarında (ÖKA), Önemli Doğa Alanlarında (ÖDA), Milli Parklarda…

Peki, Neden Kuşlar? Amaç ne?

  • Kuşlar, renklilerdir, cıvıl cıvıl hayvanlardır, çeşit çeşitlerdir,  her yerdedirler. Hepsinin ayrı bir hikayesi vardır.
  • Kuş gözlemciliği, doğayla bütünleşmemizi, sürdürdüğümüz şehir hayatı ile zamanla koptuğumuz, unuttuğumuz doğanın hakimi değil sadece bir parçası olduğumuz gerçeğini bize hatırlatır.
  • Kuşlar, doğada ters giden bir şeyi kolayca anlamamıza ve yerinde müdahale etmemize yardımcı olan en etkili canlılardır.

Kuş Gözlemciliği Bizlere Ne Kazandırır?

  • Doğada, kuş cıvıltıları, sinek vızıltıları arasında huzurlu, sakin, tüm sıkıntılardan uzak vakit geçirme imkanı sağlar.
  • Bir çok doğal alanı görme imkanı elde edersiniz.
  • Sebat etmeyi,sabırlı olmayı, zorluklar karşısında yılmamayı öğrenirsiniz. Çeşitli zorlukları aşarak gittiğiniz bir arazide bir kuş türünü ilk gördüğünüzde duyduğunuz sevinç tarif edilemez, müthiş bir tatmin duygusu yaşarsınız. Çevrenizde olup bitenlere karşı daha duyarlı olursunuz.
  • Doğanın hakimi değil, diğer tüm canlılar gibi onun bir parçası olduğunuzu size hatırlatır. Günlük küçük hesapların peşinde koşmak dışında hayatta önemli şeylerin olduğunu gösterir, dünyanın ne kadar güzel, eşsiz bir yapı olduğunu düşündürür.
  • Konsantrasyon yeteneğinizi geliştirir.
  • Sosyalleşirsiniz.
  • Doğaya karşı sorumluluklarınız olduğunu öğrenir, bencilce tüm kaynakları tüketerek yaşamanın aslında yaşamak değil bir intihar teşebbüsü olduğunu idrak edersiniz.

Çeşitli Linkler

(kaynak :http://www.okgt.metu.edu.tr/faydaliyazilar.html)

Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği açıklandı

Helikopter kazasında ölen 6 kişinin de cesetleri teşhis için Muhsin Yazıcıoğlu'nun Kızılöz Köyü'nde bekleyen ağabeyi Yusuf Yazıcıoğlu ve BBP MKYK üyesi Kemal Yavuz helikopterle enkazın bulunduğu yere getirildi. Yusuf Yazıcıoğlu, kardeşinin cenazesini teşhis etti. Teşhisin ardından Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenazesi eşi ve kızının beklediği Kızılöz Köyü'ne getirildi. Diğer cenazeler de enkazdan helikopterlerle alındı.
Bu gelişmelerin ardından saat 14.00 sıralarında Göksun Kaymakamlığı'nda oluşturulan Kriz Merkezi'ne Yazıcıoğlu ve 5 kişinin cesetlerinin alındığı bilgisi verildi. Kriz Merkezi de hemen durumu Ankara'ya BBP Genel Merkezi'ne bildirdi.
BBP Genel Merkezi'nde umutla bekleyen parti yöneticileri bu haberle yıkıldı. BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu yöneticilerle birlikte bina önünde tekbir sesleri arasında yaptığı açıklamada Yazıcıoğlu ve 5 kişinin yaşamlarını yitirdiğini açıkladı.

kaynak:milliyet

Bu nasıl bir acizlik

Dün Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibinin bulunduğu helikopterin enkazına ulaşıldığı söylenmişti, bugün BBP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Destici , "Enkaz bölgesinde 4 kişinin cesedine ulaşıldı ancak Muhsin Yazıcıoğlu da dahil olmak üzere 2 kişinin cesedine ulaşılamadı"  dedi.

Bu nasıl bir acizlik,nasıl bir organizasyon, nasıl bir iletişim eksikliği. Enkaza ulaşılması zaten 4 gün sürdü,üstelik enkaz bölgesine ulaşan Koruculardan Selim Işık kazadan hemen sonra enkazın bulunduğu yer ile ilgili ihbarda bulunduklarını iddia ediyor. İddia doğruysa bu ihbar neden değerlendirilmedi?

Dün enkaza ulaşılmasına rağmen ceset sayısı ile ilgili doğru dürüst bilgi sahibi olamıyoruz. Bulunan enkazdaki cesetleri saymayı beceremiyorlar. Yazıklar olsun…

Peki bulunan cesetler arasında Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibinde bir kişi yoksa, kazazedeler nerede?Başlarına ne geldi?

27 Mart 2009

Küçük bir kuş patronunuza berbat biri olduğunu söylerse

HLG_Twitter_Fired Sanal dünyada dürüstlüğe inanan bir kişiyim, WoW oynarken,facebook’da gezinirken,Twitter’da tweet yazarken dürüst olmaya çalışıyorum. Ancak,internetde yazdığınız herhangi bir şeyin bulunabileceğini aklınızdan çıkarmamanız gerkiyor.Siz istediğiniz kadar gizlilik ayarı yapsanız da sadece aileniz, arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız ve patronlarınızın karşısında söyleyebileceklerinizi internet ortamında paylaşmaya gayret edin. Çünkü, siz internet kullanabiliyorsanız, patronunuz da kullanabiliyor.

Şimdi gelelim oldukça komik Twitter hikayemize

Cisco tarafından iş teklifi yapılan biri (theconnor) şu tweeti yolluyor:

“Cisco just offered me a job! Now I have to weigh the utility of a fatty paycheck against the daily commute to San Jose and hating the work”(Cisco az önce bana iş teklifi yaptı! Şimdi San Jose'de hergün nefret ettiğim bir işe gitmek ve dolgun bir ücret arasında ikilemdeyim)

(ne yazık ki ,@theconnor adlı kullanıcı güncellemelerini artık kısıtlamış durumda, iş işten geçtikten sonra)

Bir kaç saat içinde kullanıcımız Cisco avukatı olan Tim Levad’dan bir cevap alıyor:

‘”Who is the hiring manager. I’m sure they would love to know that you will hate the work. We here at Cisco are versed in the web.’” (insan kaynakları müdürü kim. Eminim işten nefret ettiğini öğrendiğine bayılacaktır. Cisco'da webi oldukça iyi takip ederiz”)

Orijinal mesajlar twitter sayfalarından silinmiş durumda. Ama bu hikaye bize “her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söyleme” sözünü kulağımıza küpe yapmaya yetiyor.

Bir helikopter kazasının ardından

Allah noktayı koyduktan sonra onu soru işaretine dönüştüremezsiniz demişti bir arkadaşım.Ne kadar doğru bir söz…

Muhsin Yazıcıoğlu 'nun helikopter enkazına bugün ulaşıldı,üstelik daha önce arama yapılmayan bir bölgede.Ölenlere Allah'tan rahmet yakınlarına da başsağlığı diliyorum, Allah sabır versin hepsine.

Helikopterin düştüğünün öğrenildiği andan itibaren hepimiz de sancılı bir bekleyiş başladı, ama saatler,günler geçip de hala enkaza ulaşılamayınca (ki hala bunu neden beceremediler anlamış değilim)umut umtsuzluğa dönüştü. –15 derece gibi soğuk bir havada kar,tipi gibi olumsuz koşular altında yaralılar ne kadar süre hayatta kalabilirlerdi ki…

Cep telefonu sinyallerinden kaza yerinin tespit edilememesi de bana hiç mantıklı gelmiyor. Helikopterin bulunduğu noktanın cep telefonu sinyalleri ile kooordinat olarak belirlenememiş olmasına, baz istasyonlarının dağlık bölgedeki ‘yansıma yanıltması’nın yol açmış olabileceği söyleniyor. Ancak, böyle bir olasılık dikkate alınarak hesaplama yapılamaz mıydı?

Enkaz yerine Döngel köyünden bir grup gönüllü ulaşmış, enkaz Kanlıçukur denen bir bölgedeymiş. Bölgedeki koruculardan Selim Işık, kazadan hemen sonra enkazın bulunduğu yer ile ilgili olarak ihbarda bulunduklarını söylemiş, ayrıca Işık, “Üç gün önce biz o bölgeye gittik, kablo kokusu aldık. Tipi var diye korkup döndük. Söylediğimizde gidilseydi, o muhabir arkadaş kurtarılmış olurdu” demiş.

Eğer bu söyledikleri doğruysa arama kurtarma çalışmalarında ciddi bir ihmal var.

Ne dersek diyelim,ölenleri geri getiremeyiz, ama eğer becerebilirsek bu olaydan ders çıkarıp ileride benzer kazalar yaşandığında belki hayat kurtarabiliriz. Ama bunun için ciddi araştırmalar yapılması ,  yeni teknolojilerin ülkemizde kullanıma sokulması gerek. Ancak biz böyle bilimsel bir yaklaşımın çok uzağındayız diye düşünüyorum.

Bundan sonra ki günlerde olacakları biliyorum, karşılıklı suçlamalar,ithamlar,bağırış çağırış,kavga gürültü.Sonra da olaylar yatışacak,bizler de Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibinin bir helikopter kazasında öldüğünü, arama kurtarma çalışmalarının fiyasko olduğunu unutup,yaşamımıza devam edeceğiz sanki hiç olmamış gibi ta ki başka bir kaza olana kadar.