24 Mayıs 2009

Alacakaranlık

404px-TwilightPoster

Stephenie Meyers’ın Alacakaranlık kitabını okumadım, aslında çok satan kitaplara hep şüpheyle yaklaştım nedense, popüler kültüre güvenim yok.

Ancak geçen gün, filmi görünce aldım ve seyrettim. Kitaptaki hikayeye ne kadar sadık kalındığını bilmiyorum, bir romanın filmini çekerken yazarın yarattığı dünyayı, karakterleri başarıyla filme aktarmak riskli bir iş.

Ben Lord of the Rings filmini bu anlamda başarılı bulmuştum. Kitabı okurken hayalimde kurduğum dünyayla, gözümde canlandırdığım karakterlerle filmdeki yaratılan evren ve karakterler örtüşmüştü ve Orta Dünya gerçekten muhteşem bir şekilde tasvir edilmişti.

Alacakaranlık kitabını okumadan filmini seyrettiğim için, kitaptaki karakterlerin beyazperdeye ne kadar başarılı şekilde yansıtıldığı hakkında hiç bir fikrim yok. Ama şunu çok açıkça söyleyebilirim filmi beğenmedim. Hikayeyi saçma buldum.

Isabella (kendisine Bella denmesini istiyor) Forks adında küçük bir kasabaya babasıyla yaşamak için geliyor. Okulunda yeni kız olmasına rağmen, nedense bizim Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz yeni gelene her türlü işkence yapılır, dışlanır, kendini kabul ettirmesi için bin bir dereden taş getirtilir tarzında davranışlarla karşılanmıyor aksine bir sevgi çemberine alınıyor. Tabii, bizim yeni kızımız tuhaf biri olduğundan ona kucak açan arkadaş grubuna değil de okulda kendi kendilerine “cool” şekilde takılan esrarengiz Cullen grubuna ilgi duyuyor. Şans bu ya, aldığı biyoloji dersinde Edward Cullen’ın yanına oturuyor, ama bizim sıra dışı şekilde çekici Edward’ımız kızdan resmen tiksiniyor, hatta başka bir ders almak için müdüriyete gidiyor. Bella, anlam veremiyor tabii.

Bir kaç gün ortalarda gözükmeyen Edward, başka bir biyoloji dersinde Bella'ya yakın davranıyor.Hatta bir gün, okul çıkışı Bella’ya neredeyse çarpacak olan bir aracı eliyle durdurup kızımızın hayatını kurtarıyor. Kimseye bir şey olmuyor, ama aracın kapısındaki göçüğün nasıl olduğunu da kimse merak etmiyor Bella dışında...

Şahit olduklarına anlam veremeyerek araştırmaya başlayan Bella, Edward’ın bir vampir olduğunu keşfediyor (sağ olsun Google).Neyse ki Edward ve ailesi bir tür vejetaryenler sadece hayvan kanı içiyorlar. Hatta fırtınalı günlerde ailecek beysbol oynuyorlar. Çok da kibarlar, kendileri yemek yemeseler ve yemek pişirmeyi bilmeseler de Bella onları ziyarete gelecek diye televizyondaki bir yemek programı yardımıyla İtalyan yemeği bile hazırlıyorlar.

Edward, insan kanına duyduğu açlık ile Bella'ya duyduğu aşk arasında gelgitler yaşıyor. Yapabileceklerinden korkarken Bella'dan da uzak duramıyor. Bella, zaten sorunlu “outcast”tiplere eğilimli. Bu ikisi arasında romantik bir ilişki başlıyor.

Bu arada, kasabada insanları avlayan başka bir grup vampir var, bunlardan bir tanesi (adı James ve aşırı derecede Vampirle Görüşme filminde Brad Pitt’in canlandırdığı vampire benziyor tipi)Bella’nın iyi bir öğlen yemeği olacağını düşünüyor. Bizim Edward’da şövalye ruhlu olduğundan, kötü vampire yar etmiyor Bella’yı.

Edward vampir olmanın ıstırabını yaşayan, insan kanına duyduğu arzuya karşı koymaya çalışan biri.

Bella, kendini bir yere ait hissetmeyen, doğru dürüst tanımadığı babasıyla küçük esrarengiz bir kasabaya taşınan tuhaf bir kız.

Film, av ve avcının yasak aşkını işliyor bunu yaparken de güzel bir kaç manzara, biraz gizem, biraz aksiyon kullanıyor. Kurguda mantıksız olan şeyler var, ayrıca filmdeki bazı karakterler çok az işlenmiş mesela Bella’nın babasının Kızılderili arkadaşı ve onun oğlu.

250px-Twilightbook Hoşuma giden şeyler de olmadı değil. Kitabın kapak tasarımının filmde kullanılış şekli hoş olmuş. Edward karakterini canlandıran Robert Pallison ve Bella’yı oynayan Kristen Stewart doğru seçim tip olarak.

İlla vampir filmi seyredeceğim diyorsanız Vampirle Görüşme(An interview with a vampire) filmi harika bir seçim olur. Gençlik romantizmi istiyorsanız eminim daha iyi filmler vardır benim bilmediğim.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen görüşlerinizi paylaşın...